“Kaybolmak için gidecek bir yerinin olması gerekir” der çok eski bir atasözü. Nerelerde kaybolur insanoğlu en çok peki? Acı dolu bir göz bebeğinin en minik zerresinde mi? Yoksa kaybettiği güveninin en son deminde mi?
En çok doğru yolu arayanlar kaybolurlar diye düşünmüşümdür hep. Ve öyle de olmuştur. Eğriyse yolun ne önemi olmalı ki kaybolup kaybolmamanın. Doğru değilse yol nereye varmalı? Vardığımız yerde ne kadar mutluyuz? Mutsuzsak varmamızın önemi de olmamalı…
Hiç bunu düşündün mü sevgili okur; sen ilk defa nerede kayboldun? Hangi zamanda kaybettin kendini ve toparlanman için kaç baharı feda ettin kışa…
Hangi deniz boğdu seni? Hangi derdi içine hapsettin? Ne zaman tükendim dedin de yeniden dallarından yeşerdin?
Kaybolduğumuz yerler ıssız gözükse de gerçek ıssızlığı inançsızlığımızın içerisinde saklamayı yeğliyoruz. Bir kitapta okumuştum. Issız insanlar aslında aramızdaki en güvenilir olanlarımızdı. O hale dönüşebilmek için kaç kere aldatılmışlardı kurnazlar tarafından, kim bilir kaç kere sırtlarından vurulmuşlardı kendini uyanık sanan cellatların yalanlarından. Issız yerler en güvenilir yerler, ıssız insanlar en masum insanlardı her zaman…
Dünya kaybolma yeriydi anladım ama sanki biraz geç oldu. Dünyaya gelen her insan biraz kendini kaybetmekteydi. Kimini para hırsı, kimini şöhret, kimini kadın merakı, kimini kumar merakı yok etmekteydi. Küçük prensi yeniden yazmış olsaydım eğer en yakın arkadaşını bir tilki yahut bir gül yapmazdım. O da sanırım şu devirde onlarla arkadaşlık yapmak yerine başka şeyleri seçerdi. Örneğin güç, örneğin iktidar…
Küçük prens neyi seçerdi sizce?
Parayı seçerdi, bencilliğini seçerdi yahut sonsuzluğu seçerdi sanırım. Günümüzde insanlar bunların içerisinde boğulmuyorlar mı? Boğazında kalırcasına boğulmaktan bahsediyorum. Doymamacasına ve tatmin olamayacak bir iradeyle sonsuzluğu isteyerek. Böyle insanlar sonsuz hırslarının içerisinde kayboluyorlar. Onca yolu yürümeden ve yolun sonunu bile göremeden üstelik…
Peki, sevgili oku sen nerede kayboldun? Hiç bunu düşündün mü?
Düşün!