Kırk sekiz yıl süren saltanatı boyunca, yenilmez ordusunun başında, krallıklar devirmiş, on iki muazzam Sefer-i Hümayun’u başarıdan başarıya koşturmuş bir Gazi’ye bu hastalıklı durum pek ağır geliyordu. Dünyada kendisini yalnız kalmış gibi hissetmekteydi; hem de muazzam seferler ve fetihlerde çevrelenmiş olduğu halde yalnız hissetmekteydi. Türlü entrikalar ve fitneler yüzünden büyük şehzadesi Mustafa’yı çadırına getirip boğdurmak zorunda kalmıştı. Sevgili Veliahdı Mehmet’i ecel elinden almıştı. Ağabeyisine bağlı Cihangir, onun boğdurulmasına tahammül edemeyerek hastalanmış, babasını bırakıp öteki aleme göçmüştü. Bu arada sevgili baş kadını Hürrem de ölmüştü. Fakat Sultan-ı Cihan’ın daha deşilecek yaraları vardı: Kalan son iki oğlu Selim ile Beyazıt taht kavgasına tutuşmuşlardı. Kendisi, kötü adamların aldatmaları yüzünden iyi yetişmiş bir kahraman olan Beyazıt’ı tutmamış, Selim’e yardım etmiş, erkekçe ve çok üstün kuvvetlere çarpışan Beyazıt, karşısındaki kuvvetlere kayıplar verdire verdire İran’a çekilmiş ve orada önce hapis, sonra da idam edilmişti. Saatler geçiyor, Arz Odası’na ikindi sonrasının alaca gölgeleri doluyordu. Hayır, o, böyle ölemizdi.
Ağrılar içinde, ağır tül perdeli yatağında, duvarları çiniler kaplı büyük odalarda ölmek, Sultan-ı Cihan’a bir meydan muharebesinden kaçmak kadar acı geliyordu. Ellerini gökyüzüne kaldırdı ve yıllardır dilinden düşürmediği duasını tekrarladı: Nice müddetdür ki, ruy-i zemini zir-i niğin-i zafer karınim itdün. Vasıl olmadık recam, hasıl olmadık münam kalmadı. Halen Habinün hürmetine saadet-i şehadet ba’dehu dıdar-ı şerifünü müşahedet nasın eyle! Birden bire ilk Sefer-i Hümayun’a çıkış anının zindeliğine kavuşmuş gibi el çırptı: -Kapuda kim vardur? İçeriye girib yer öpen perde çavuşu’nun yüzüne bakmadan gür sesiyle emretti: -Sokullu Mehmed Paşa birkaç dakika sonra huzurdaydı. Yer öpüyordu. Kanunı, Veziriazam’ına işaret ederek yanına çağırdı: -Mehmed, yeni bir sefere çıkacağız. Hünkar, sözlerinin tesirini ölçmek istiyormuş gibi susmuştu. Sokullu, Sultan’ın sefer sözüne başka mana verdiğinden bir anda gözleri nemlendi. Kanuni, Veziriazam’ının yanlış mana verme yüzünden içine düştüğü elemi hemen farketti. -Mehmed, bu benüm onüçüncü Sefer-i Hümayun’um olacakdur. Szigetvar üzerine varub, kaleyi alacağız. Sokullu, Kanuni’nin son zamanlardaki rahatsızlığını bildiğinden sefer için vaktin geçmiş olduğunu ileri sürmek niyetindeydi.
Ellerini göğsünün üstünde karvuşturarak, yalvaran bir sesle: -Saadetlü Sultanım, dedi, mevsimin ilerledüğünü bilürsünüz. Gideceğimiz kal’a her yanı sular ve bataklıklar içinde bir kavi kal’adur. Muhafız küffar boldur. Üstelik muhafızı da muktekdirdür. Kanuni, bu sözleri hiç işitmemiş gibiydi. Birden bire doğruldu: -Mehmed, dün gece bir rüya gördüm. Koca çınar ağacı, çıkan bir fırtınadan yıkılmak üzereydi ki, sen meydana çıkdun, yüce çınarı dutdun.
Anlıyorum ki devletin devamı için senin dirayetine ihtiyacı vardur. Kanuni biraz durdu. Sonra Sokullu’yu bileklerinden yakaladı: -Mehmed, bana hizmet itdüğün gibi çocuklarıma da hizmet idecek misün ? Sokullu gözlerinden yaşlar akarak Hünkar’ın ellerini öptüğü sırada teminat verdi. Kanuni onun sırtını okşadı: -Berhudar ol, Mehmed. Sonra ilave etti: -Haydi şimdi gidüb sefer hazırlıklarını göresün Sokullu, önce Hünkar’ın ellerini, sonra da yer öperek huzurdan ayrıldı. Kanuni bir müddet dalgın kaldı. İçinden , sevgili oğlu adına yaptırdığı Şehzade camiine kadar giderek,bir taht tasviri bulunan türbesinde onu ziyaret etme arzuları geliyordu.
Şehirler ve kurulan köprülerden nehirler asılmış, Ordu-yu Hümayun üç ayda Szigetvar önüne varmış ve kaleyi derhal muhasara etmişti. Kale adeta yarımada şeklinde olduğundan, kuşatanlar için ne kadar müşkilat çıkarıcı ise, müfafilere de o kadar kolaylık sağlayıcıydı. Kanuni son seferinde, ilk seferinin zindeliği içinde görünüyor, beyaz atiyle, birliklerini hemen her gün teftiş ediyordu.
Nihayet, dış kale de düşmüştü; iç kaleye çekilen düşman müdafaaya şiddetle devam ediyordu. Bir aydan fazla zaman geçmişti. Yağmur ve soğuk mevsimi olanca şiddetiyle baş göstermişti. İç kalenin muhasarasına başlandığı sıralarda, Kanuni’nin kudreti sonuna ermiş gibi, ihtiyar Hünkar birden bire yatağa düşmüştü. Altı Eylül günü yatağında doğrulmak istercesine başını iç kaleden çevirmiş ve sormuştu: -BU ocağı yanacak dahi alunmadu mu? Akşama doğru iç kale de düşmüştü. Fakat, yanında bulunan Başhekim Keysunizade ile, Veziriazam’ı dabu güzel haberi önce dalgın yatan, sabaha karşı da Hakk’ın rahmetine kavuşan Hünkar’a bildiremediler. ”
Bu kaynakta verilen bilgilere göre kanuni veya muhteşem Süleyman denilen 2. Süleyman top ve tüfek sesleri arasında ruh teslim etmiş, son seferinin başarıya ulaştığını öğrenemeden ölmüştür. Yerine bıraktığı 2. Selim Osmanlı devletinin gerilemesine sebep olabilecek çöküntünün başlamasına sebep olabilecekken iş başındaki sadrazam Sokullu’nun devlete hakim olması nedeniyle devletin başarılı bir şekilde yönetilmesi nedeniyle devlette bir çöküntü olmamış, bazı fetihler bile gerçekleşebilmiştir. Bu nedenle 2. Selim onun varisleri döneminde Sokullu sadrazamken yaşanan devre Sokullu devri adı verilmiştir.