güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

OSMAN GAZİ’DEN MEHMET VAHDETTİN’E KADAR GEÇEN DÖNEME AİT OSMANLI BAŞBAKANLARI, OSMANLI SADRAZAMLARI VE ÖZ GEÇMİŞLERİ -3

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:48

Çağdaşlarının ifadelerinden keskin bir zekâya sahip olduğu anlaşılan İzzet Molla Mihnetkeşân adlı eserinde kendisini uzun boylu, seyrek sakallı, dünyada benzeri bulunmayan bir kişi olarak tanıtmış, başka manzumelerinde de iri yarı olduğundan söz etmiştir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın torunlarından İsmâil Mekkî Bey’in kızı Hibetullah Hanım’la evlenen İzzet Molla’nın bu evlilikten Fuad (Paşa), Reşad, Murad ve Sedad adlarında dört çocuğu dünyaya gelmiştir. M. Fuad Köprülü’nün “klasik nazmın son üstadı” diye nitelendirdiği İzzet Molla derviş ruhlu, olgun ve nüktedan bir şairdir. Gerek divanındaki manzumelerde gerekse mesnevilerinde mahallî renkler ve yerli unsurlar dikkati çekecek derecede çoktur. Esasen onun şiirinin kaynakları arasında Mevlevîlik’le nazîrecilik geleneği başta gelmektedir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Şems-i Tebrîzî’ye büyük hayranlık duyan ve ilhamını geniş ölçüde Mevlevîlik’ten alan İzzet Molla bu tarikata koruyucusu Hâlet Efendi’nin delâletiyle girmiş olmalıdır. Hemen bütün gazellerinin makta‘ beyitlerinde Mevlânâ’nın adını zikretmesi, onun birçok manzumesini tahmis etmesi, Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ına nazîre olarak yazdığı Gülşen-i Aşk adlı mesnevisinde Mevlevîliğin temelindeki aşk felsefesini anlatmaya çalışması bu tesirle açıklanabilir. Manzumelerinde başta divan şiirinin klasik şairleri Nef‘î ve Nâbî olmak üzere Seyyid Vehbî, Nedîm ve Şeyh Galib’in etkisi açıkça görülmektedir. Bilhassa Şeyh Galib’e onu taklit, tanzîr ve hatta bir kısım mazmunlarını aynen alıp tekrar edecek kadar bağlıdır. Kasidelerinde Nef‘î yolunu takip etmişse de onun kadar başarılı olamamıştır. Mihnetkeşân’da İran şairlerinden en çok Nizâmî-i Gencevî, Unsûrî, Şevket ve Bîdil’i beğendiğini kendisi söyler. İzzet Molla’nın asıl başarısı gazellerinde görülür. Bunlarda kafiye ve mazmunlarının orijinalliği, dilinin sadeliği ve sanat gösterme endişesinden uzak kalmasıyla dikkati çeker. Gençlik dönemi şiirlerini bir araya getirdiği Bahâr-ı Efkâr’daki şen şakrak havaya karşılık olgunluk devresinde yazılan Hazân-ı Âsâr’daki gazellerinde daha ziyade yaşadığı hayattan gelen kötümser ruh haliyle birlikte genel anlamda bir karamsarlık hâkimdir. Eski geleneğin bütün imkânlarını kullanan İzzet Molla’nın eseri bu gelenek içerisinde şahsî bir şiir kabul edilmemektedir. XVIII. yüzyılda Nedîm’le başlayan mahallîleşme akımına katılmış, fakat onun kadar başarılı olamamıştır. Divan edebiyatının artık son sözünü söylediği, bir bakıma orijinalitesini kaybettiği çöküş döneminde yaşayan İzzet Molla, özellikle olgunluk çağı şiirlerini ihtiva eden Hazân-ı Âsâr’daki gazellerinde daha ziyade hikemî tarza kayar. Bu eserinde, “Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihan harâb / Eyler anı müdâhane-i âliman harâb” gibi yıllarca hâfızalarda yaşayan atasözü mahiyetinde birçok beyit bulunmaktadır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması dolayısıyla söylediği, “Koyup kaldırmadan ikide birde / Kazan devrildi söndürdü ocağı” beyti de meşhur olmuştur. Kendisinden sonra gelen şairler arasında bilhassa Ziyâ Paşa üzerinde etkili olan İzzet Molla birçok yönden onun şiirlerinin başlangıcını teşkil eder. Ziyâ Paşa, Harâbât adlı antolojisinin III. cildine İzzet Molla’dan birçok beyit aldığı gibi eserin mukaddimesinde de ondan övgüyle söz etmektedir. İzzet Molla’nın başka bir yönü de devlet adamlığıdır. 1827’de eyalet defterlerinin tevzii müfettişliğine yükseldiğinde Osmanlı Devleti’nin gelir gider durumuyla içinde bulunduğu içtimaî ve idarî bozuklukları ele alıp tenkit ettiği dikkate değer bir lâyiha kaleme almıştır. Yine aynı şekilde 1828 Osmanlı-Rus savaşına karşı çıkması ve savaşın sonuçlarının da onun fikirlerini doğrulaması, devlet adamlığının ve ileri görüşlülüğünün bir göstergesi kabul edilmiştir. Yahya Kemal “Şem‘î Molla” ve “Bir Tekâpû Sahnesi” adlı hikâyelerinde olayları İzzet Molla’nın ağzından anlatmış ve onun Hâlet Efendi ile olan yakınlığını vurgulamıştır (Siyasî Hikâyeler, s. 1-15, 96-98). Eserleri. a) Manzum Eserleri. 1. Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr. İzzet Molla’nın Keşan sürgününden iki yıl sonra Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey’in teşvikiyle tertiplediği ve Mevlânâ’ya ithaf ettiği, gençlik yıllarına ait şiirlerin yer aldığı divan basılmıştır (Bulak 1255). Eser giriş kısmından sonra kasâid, tevârîh, tahmîs ve gazeliyyât başlığı altında dört bölümden meydana gelir. 2. Dîvân-ı Hazân-ı Âsâr. Şairin Sivas sürgünü sırasında yazmış olduğu şiirlerini topladığı elli üç sayfalık küçük bir divandır. Nakşibendî tarikatının kurucusu Bahâeddin Nakşibend’e ithaf edilen eser İzzet Molla’nın ölümünden on iki yıl sonra yayımlanmıştır (İstanbul 1257). Divanda devrin padişahı için yazılmış iki kaside, üç mesnevi, dönemin bazı olayları dolayısıyla düşürülmüş otuz beş tarih, kırk üç gazelle müteferrik tahmîs, şarkı, müseddes ve kıtalar mevcuttur. 3. Gülşen-i Aşk. Şeyh Galib’in ünlü mesnevisi Hüsn ü Aşk’ta olduğu gibi sembolik isimlerle ilâhî aşkın anlatıldığı bu manzum hikâyenin kahramanları arasında İzzet Molla bizzat kendisine de yer vermiştir. “Feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılan eser bir tardiyye ve tarih kıtası dışında 290 beyitlik küçük bir mesnevidir. Tasavvufî gayeye varmak için yaşanılan meşakkatli maceraları, tardiyyesi, sembolik kişi ve mekânlarıyla Hüsn ü Aşk’a nazîre olarak yazıldığı anlaşılmaktadır. İzzet Molla’nın henüz yirmi yedi yaşındayken kaleme aldığı Gülşen-i Aşk, şairin ölümünden sonra ilki taş basması olmak üzere iki defa basılmıştır (İstanbul 1265, 1293). 4. Mihnetkeşân. İzzet Molla’nın Keşan’a sürgüne gönderilişini, orada çektiği sıkıntıları ve affedilip İstanbul’a geri dönüşünü anlattığı sosyal hiciv türünde bir mesnevidir. “Feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla yazılan eserin adı bazı araştırmacılarca “Mihnet-i Keşân” şeklinde de okunmuştur. İzzet Molla eserinde, sadece Keşan’a sürgüne gidişini ve bir yıl boyunca orada çektiklerini anlatmakla kalmamış, bu sırada uğradığı çeşitli yerleri, karşılaştığı ilginç tipleri, zengin bir folklor malzemesini de yazıya geçirmiştir. Ahmed Hamdi Tanpınar, bu mesnevide İzzet Molla’nın Keşan’a giderken arabanın aynasından kendisini seyretmesini psikolojik bir gözlem telakki eder ve Mihnetkeşân’ı bir örf romanı olarak değerlendirir. Muhtemelen mesnevi kalıbının yeknesaklığını önlemek üzere kaside, gazel, tahmîs, tarih kıtaları ve rubâî gibi değişik nazım şekillerine de yer verilen mesnevide zaman zaman mizahî anlatımdan da faydalanılmıştır. Keşan’da dağınık bir halde kaleme alınan eser, sondaki tarih kıtasından anlaşıldığına göre Âtıfzâde Hüsâmeddin Efendi tarafından 1240 (1824-25) yılında düzenlenmiş, kardeşi Vahîd Efendi eliyle temize çekilmiştir. Diğer eserleri gibi bu da İzzet Molla’nın ölümünden sonra yayımlanabilmiştir (İstanbul 1269). b) Mensur Eserleri. 1. Devhatü’l-mehâmid fî tercemeti’l-vâlid. 1226 (1811) yılında kaleme alınan eserde İzzet Molla babasının hayat hikâyesini anlatmıştır. Tarihî bir belge niteliğindeki kitapta müellif ailesinin şeceresinden, dedesinin Konya’dan İstanbul’a gelişinden ve babasının tayin edildiği görevlerden bahsetmektedir. Klasik nesrin bütün özelliklerini taşıyan bu küçük eserde müellifin nüktedanlığını gösteren satırlar da mevcuttur. Eser yayımlanmıştır (bk. bibl.). 2. Şerh-i Elgāz-ı Râgıb Paşa. Koca Râgıb Paşa’nın “ع” harfi üzerine söylemiş olduğu 147 lugaz ve bilmeceyi kısaca şerheden on varaklık bir eserdir. Dili secili olan risâle, daha çok Arap asıllı Türk alfabesi üzerinde yapılan söz oyunlarına dayanmaktadır. Eserin tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (TY, nr. 3566). 3. Lâyihalar. İzzet Molla’nın doğrudan doğruya devlet yönetimiyle ilgili düşüncelerinin yer aldığı iki önemli lâyihası vardır. Bunların ilki II. Mahmud’un isteği üzerine kaleme alınmış olup eyalet defterlerinin tevzii müfettişliğine tayin edilmesi dolayısıyla Osmanlı eyaletlerinin gelir gider işleriyle ilgili bazı tesbitlerini ve görüşlerini ihtiva eder. On iki bölümden meydana gelen lâyihada sırasıyla Meclis-i Şûrâ’nın tertibi, devlet hizmetinde bulunanlara aylık verilmesi, götürü usulü vergilendirme, ticarette narh uygulama, sefere çıkarken alınan mühimmatın düzenlenmesi, madenlerin ihracı, ticaretin teşviki, tasarruf tedbirlerinin uygulanması, vezirlerin gelirleriyle ilmiye sınıfının tanzimi ve tedrîsatın düzenlenmesi konusunda ileri sürülen fikirler yer almaktadır. Lâyihanın nüshaları Türk Tarih Kurumu ile (Yazmalar, IV, nr. 556), İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 9670) kütüphanelerinde bulunmaktadır. İkinci lâyiha 1828 yılında Rusya’ya savaş ilânı aleyhinde hazırlanmıştır. Burada İzzet Molla, Osmanlı Devleti’nin Batı karşısındaki durumuyla o günkü şartlar altında savaşa girmenin sakıncalarını anlatmaktadır. Onun Sivas’a sürülmesine sebep olan lâyiha, Âkif ve Mehmed Said Pertev paşaların reddiyeleri ve Tayyarzâde Ahmed Atâ Bey’in mütalaalarıyla birlikte Atâ Bey tarafından yayımlanmıştır (Târih, III, 116-117, 275-294).”

Öz geçmişlerini bugüne kadar dile getirdiğimiz Osmanlı başbakanları yani sadrazamları daha önce de belirttiğim gibi çoğunluklu olarak devşirme kökenli olduklarından biyolojik olarak öz ve öz Türk kökenli değillerdir. Ne var ki öz ve öz Türk olmadıkları için Türk toplumunun kendilerine destek verip sahip çıkacağından emin olmadıkları için görev sürelerince hatta yaşam sürelerince Osmanlı hanedanına özellikle iş başındaki Osmanlı sultanına sadık kalmışlar, her şeyin üstünde padişahın ve Osmanlı hanedanının çıkar ve menfaatini düşünmüşlerdir. Ancak Osmanlı’ya sadakatleri çoğunlukla kendi menfaatleri ölçüsünde olduğundan bazen mevcut sultana ihanet edip diğer bir hanedan üyesinin iş başına geçmesine, sultan olmasına hizmet ettikleri de görülmüştür. Bu davranışta bulunmalarının sebebi iş başına gelecek yeni sultanın kendilerine daha yüksek paye ve mevkiler daha sınırsız yetkiler vereceğini düşünmelerinden hesaplamalarından kaynaklanmıştır. Bu nedenledir ki özellikle İstanbul’da çıkan isyanlarda geleceğin padişahı olacak kişinin taraftarı gördüğü ihtilalci grubun taraftarı görülen onların başarıya ulaşmasını kolaylaştıran Osmanlı başbakanları görülebilmiştir. Şunu da vurgulamak isterim ki o dönemin Osmanlı handanı taraftarı olup o zamanın Osmanlı hanedanı ve padişahı tarafından mükafatlandırılan başbakan yapılan şahsiyetleri nasıl çoğunluklu olarak biyolojik köken itibariyle Türk değilse günümüzün ümmetçilik, Osmanlıcılık, padişahçılık veya hilafetçilik taraftarı olup bu sistemlerin yeniden ihdası için çalışanlarının çoğunluğunun da öz ve öz Türk kökenli olmadığını düşünmekteyim. Devam Edecek…

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.