Fuzili’nin sözleriyle “Vaka-yi deşt-i Kerbela” yani Kerbela vakası, kendi içinde çok önemli, inanılmaz ölçüde TRAJİK, insana “Böyle bir şey nasıl olabilir” sorusunu sordurtan bir olaydır.
Hz. Muhammed’in hicretinden, Mekke'den Medine'ye göç etmesinden sadece 60 yıl sonra Hz. Hüseyin, yani Hz. Ali’nin oğlu ve Peygamberin sevgili torunu, oğullarıyla, yakınlarıyla birlikte katledilir.
Kimin tarafından?
Toplumu İslam adına yönetme iddiasını taşıyan bir iktidar tarafından. Korkunç bir PARADOKSTUR bu.
Yüzyıllar boyunca bu simge-olay, kendi acılarını ve umutlarını o olayın kahramanlarının ağzından tanımlayan yeni kuşakların da katkılarıyla, durmadan yeni anlamlar yüklenmiş ve çevresinde gerçekle efsanenin iç içe geçtiği bir anlatı külliyatı oluşturmuştur.
Evet.
Kerbela olayı, Hz. Hüseyin’in akrabaları ve sevenleri ile birlikte siyasi ihtiras uğruna şehit edildiği, Müslümanlar arasında yüzyıllardır unutulmayan, hüzünle anıldığı bir facianın adıdır.
Dinsel bir kavga değildir burada iktidar koltuğu kavgası vardır. Bir başka açıdan Sultanlık yatar bu katliamın altında. Kökleri derinde, trajik bir olaydır Kerbela...
Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Kerbela Uzak Değil” başlıklı mısralarında;
“ne zaman boynuma gitse elim
büyür Kerbela’m
ne zaman kana değse gözlerim
Kerbela’da bir akşam...
…Kerbela aşkım benim
umudum öfkem açlığım
kalabalık yalnızlığım
çocuk saflığım benim
fırat fırat
hey fırat
muhannete muhtarlığım
Kerbela benim
Onlar hep yezit’tiler
ben hep Hüseyin
onlar çöle akar gibi akıp gittiler
ben geldim buralara, fıratlaşarak
Kerbela uzak değil
Kerbela uzak değil
ben bilirim bu kavgayı
ağlama sen.”
Kaynak: Ayşe Emel Mesci ve Hasan Hüseyin Korkmazgil