Ne tuhaftır ki ülkemiz iktidarları kültürel bağımız ve etnik bağımız bulunan Türk ve Türkmenleri silahlandırmak yerine Şeyh Sait isyanında karşımıza dikilen Ayrılıkçı Kürtlerin o bölgedeki nesilleri silahlandırıp onlarla yardımlaşmayı tercih etmişlerdir. Bölgede hâkimiyet kurmaya çalışan PKK ve Barzani’ye bağlı teşkilatlardan Barzani’yi kendine yakın bulan iktidarlarımız her fırsatta Barzani ve peşmergelerini desteklemiş onlara destek olmuştur. Bunu Türk Dış siyasetinin başarısızlığımı yoksa millilikten öte bir yapı arz etmesini gösterdiği şeklinde değerlendirmek doğru olacaktır düşüncesindeyim.
Bugün kuzey ırak daha doğrusu Musul-Kerkük bölgesi konusunda devletimiz hak iddia etme durumundan vazgeçmiş görünmekte ancak bölgede kurulup bağımsız olacak bir Kürt devletini kabul etmemekte ve ırak topraklarının bütününü kapsayacak şekilde varlığını devam ettirecek ırak devletinin bu bölgede de hakimiyetini sürdürmesini istemektedir.
Aynı şekilde Batı Trakya topraklarından bir toprak parçası almamız düşünülmediği gibi Ege denizindeki adalarında Yunanistan’a kaptırılmaya başlandığı düşünülürse bu sahada da Misak-ı Milliye sınırları dışında kalan topraklarımıza sahip çıkmadığımız kesinlikle ortadadır. Bırakın Batı Trakya bölgesinde hak iddia etmeyi Lozan’ın bize bıraktığı küçük ege adaları ve kayalıkları bile Yunanlılara terk eder görünüm arz eden siyasetimizi açıklamak adeta imkânsızdır. Medyada her gün okumaktayız ve görmekteyiz ki Yunanlılar pek çok küçük adacığı hatta kayalığı işgal etmekte bayrak çekip yerleşmektedirler.
Son verilen bilgilere göre bir kısım bizim olan ada ve adacık Yunan egemenliğine terk edilmiş Yunan bayrağı altına girmiş görünmektedir. Bu şartlar dâhilinde Mustafa Kemal’in ve Türk milletinin Lozan’da Misak-ı Milliye sınırlarını tam anlamıyla gerçekleştirememesinin üzüntüsünü artık milletimizi yönetenler hissetmemekte duymamakta olduğunu söylememizin mümkün olduğunu düşünmekteyim. Hatta Lozan’da bize verilmeyen toprakları talep bir yana elde etmek bir yana elimizdeki toprakların bazılarının elimizden çıkıp Lozan’da bizden koparılan toprakları elinde bulunduranların hâkimiyetine girmesine imkân verecek şart ve imkânları hazırlar girişimlerde bulunduklarını gördüğümüzü söylememizin de mümkün olduğunu düşünmekteyim. Çünkü Lozan’ın bize sağladığı Ege adalarını Yunanlılara terk edenler karşı harekete geçmeyip bu yerlerdeki hâkimiyetimizi tescil ettirmeyenler hakkında başka türlü düşünmenin mümkün olmadığı inancındayım.
Sonuç olarak Mustafa Kemal’in çok istemesine rağmen zamanın şartları ve sınırlarımız içindeki bazı kendini Türk hissetmeyen grupların eski rejim artıkları olan şeriatçıların, saltanatçıların, hilafetçilerin, tarikatçıların ve cemaatçilerin zaman zaman çıkardığı iç isyanlar ve huzursuzluklar nedeniyle daha sonra üzerlerinde durulması imkansız hale gelen Musul-Kerkük, Batı Trakya ve adalar sorunları buraları ellerinde bulunduran devletlerin ve onların arkalarındaki uluslararası güçlerin tekelinde bırakılmış, ne yazık ki milli hedef olan misakı millinin çizdiği sınırlar tam manasıyla gerçekleştirilememiştir.
Hatay toprağı ülkemize katılmasına rağmen Hatay öncesinde yaşayan Türk nüfusun önemli bir kısmı Suriye sınırları içerisinde kalmış, bu sahada da misakı milli eksik kalmıştır demek mümkündür. Ancak daha sonraki trük hükümetleri de misakı milli sınırları içerisinde yer alması gerekirken dışarıda bırakılan toprakların sınırlarımız içerisinde yer alması yolunda her hangi bir çalışma ve çaba göstermemişelerdir. Bırakın misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alması gerekirken alınamayan toprakların alınmasını Lozan’ın bize bıraktığı sınırlarımız dışarısında olmasına rağmen Türk toprağı sayılan Adakale ve Cebel yakınındaki Türk mezarı denilen toprağı bile koruyamamışlar.
Çeşitli antlaşmalarla onları bile bulundukları sahaya hakim olan devletlere bırakmayı tercih etmişlerdir. Sonuç olarak Mustafa Kemal sonrası dönemde misakı millinin hedeflediği topraklara sahip olmayı amaçlayan ne bir dış siyasetimiz ne de bu yönde çalışacak ülke yönetimlerimiz olmamıştır. Bu yüzden Lozan’ın bize verdiği hakları ne Batum sahasında ne Musul-Kerkük sahasında ne de batı Trakya’da tam manasıyla ülke olarak kullanabildiğimizi söylememiz oldukça zordur.
Oysa Misak-I Milli’yi esas kabul edersek söz konusu sahaların ülkemize dahil olması konusunun düşünülmesi gerekmektedir düşüncesindeyim. Oysa bugün bu sahaları elinde bulunduran komşu devletler ülkemizden bazı topraklar koparmayı düşünebilmekte hatta bu yolda icraatlarsa yönelebilmektedirler.
Bununla sınırlı kalmayan tehlikeler kapitalist devletlerin özellikle Amerika birleşik devletlerinin ve İngiltere’nin Ortadoğu’yu kapsayan büyük Ortadoğu projesi başta olmak üzere uygulamaya çalıştıkları bazı projeler ülkemiz topraklarını, ülkemiz topraklarından pay almayı hedefler gözükmekte bu durum da düşüncelerimize misakı milli sınırları içinde yer alması gerekirken sınırlarımız içerisine alamadığımız toprakların ülkemiz topraklarından parçalar koparılmasına sebep mi olacak diye düşünmemizi oluşturabilmektedir.