SON DAKİKA

HARF İNKİLABININ ÖNEMİ VE YAPILMASIYLA AMAÇLANAN ELDE EDİLMEK İSTENEN SONUÇLAR

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:50
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:50

Değerli okurlarım ülkemizde son on beş yıldan eski ARAP alfabesine düşmüş, Osmanlı dilini kullanmaya dönmüş, harf inkılabım unutmaya, başladığımıza işaret eden bir görünümdür tanısındayım. Bu nedenle harf inkılabının önem ve yapılışını, sonuçlarını hatırlatmak, maksadıyla genel kaynaklardan yapılan taramayla şu bilgileri aktarmanın, yapılmasına ve harf inkılabının unutturulmaması gerektiğine karar vererek genel kaynaklardan aktarmayla, kısaca bilinen gerçekler doğrultusunda harf inkılabını bilgilerinize iletiyorum.

Harf Devrimi Ve Önemi

Harf inkılabında zorunluluk var mıydı?

Atatürk tarafından gerçekleştirilen birçok inkılaplarda O’nun en yakın ülkü ve silah arkadaşı İsmet İnönü bile yazıyı değiştirme ve harf inkılabı söz konusu olunca bundan adeta ürküntü duymuş ve başlangıçta bu inkılap fikrine katılmamıştır. Oysaki Atatürk,1925 yılında bütçeye ödenek koydurmuş ve yazı değişimini inceleyecek bir komisyonun kurulmasını istemiştir.  Halbu ki bu inceleme komisyonu, ancak 1918 yılın da toparlanarak çalışmaya başlayabilirmiştir. Bunun başlıca nedeni, Başbakan İsmet İnönü’nün böyle bir inkılap atılımına girişmeyi ve uygulanabilirliği konusundaki tereddütlerini yenememiş olmasıdır. Ama 1928 yılı geldiğinde, Atatürk’ün halkın arasına karışarak bu fikri benimsetmesi sonucu, İsmet İnönü de Harf inkılabının en ön saflarında yerini almış ve Atatürk’e en büyük yardımları sağlamıştır…

Atatürk, şahsen harf inkılabına karar verdiği zaman devletin bütün örgüt ve kurumları, Üniversite çevresi( o zamanki darülfünun) skolastik dünya görüşü ve anlayışlarıyla; Milli eğitim camiası, bütün mekanizmasıyla; basın ve yayın organları eski alışkanlıkları ve bu değişikliğe uymayan teknin olanaksızlıklarıyla yerinden oynatılmaz bir dağ gibi Atatürk’ün karşısındaydı.

Harf inkılabı yapılınca devlet hayatı, milli eğitim düzeni, basının tümü birdenbire felç olacağı sanılıyor ve büyük bir çoğunluk bu düşüncede birleşiyordu. Yeni bir yazı sistemiyle, binlerce çarktan oluşan devlet mekanizmasının, yeniden nasıl işletebileceğine, Atatürk’ten başka hemen hiç kimse inanmıyor ve akıllarına sığdıramıyorlardı.

Başbakanın, basının, üniversite çevlerinin, böyle bir yazı inkılabına gereksinimine olmadığını doğrulamak için ileri sürdükleri itirazlar şu noktalarda birleşiyordu: Yazı ve okuma güçlüğü vardı ama bütün devlet hayatını felce uğratıp karmakarışık bir duruma sokacak böyle bir inkılaba zorunluk var mıydı? Milletlerin okuma- yazma kolaylılığı ile ilerleyemedikleri ya da bu güçlüklere geri kalmadıkları meydan da değilmiydi? Örneğin Anglosaksonların yazma ve okuma sistemleri çok zorken, batının en ileri bir ülkesi olmasına karşın, okuma- yazma sistemleri çok kolay olmasına rağmen İspanyolların ve Güney Amerika ülkelerinin en geri kalmış milletler arasında bulunduğu görülmüyor muydu?

- Bu kuşak ve yüzlerce yıldan beri gelip geçen kuşaklar nasıl yetişmişlerse, bundan sonrakilere de öyle yetiştirilemez miydi?

- Yazı değişince kütüphaneler dolusu eserlerden nasıl faydanılacaktı? Bunların yenileri nasıl basılacaktı?

- Bilginleri, yazarları, edip ve şairleri Hece sınıfı çocuklarına benzetecek böyle son derece zor bir duruma sokmaya ne ihtiyaç vardı?

İşte bu ve buna benzer gerçekten de hemen bir çırpıda reddedilmesi mümkün olamayan çeşitli olumsuz düşüncelerin ortaya atıldığı o dönemde, Atatürk tarafından yazı inkılabı düşüncesi ileri sürüldüğü zaman başlangıçta hiç kimse buna uygun karşılamamış ve tez savunulmamıştır. İnanan sadece Atatürk’tü…

Bütün bu zorluklara ve engellere rağmen Atatürk, böyle bir harf inkılabına kesinlikle inanmış ve karar verecek düşüncesini adım adım uygulamaya koymuştu…

Daha 1923 yılında “İzmir İktisat Kongresi ”inde, Latin harflerinin kabul edilmesi yolunda, kongre başkanına bir önerge verilmişse de bu önerge, gündemde ilgili görülmediğinden incelenmek üzere Milli Eğitim Bakanlığına gönderilmesine karar verilmişti. Atatürk’ün Latin harflerini kabul yönündeki ilk düşüncesi böylece kamuoyuna ilk kez o zaman yansıtılmış ve bu konu zaman zaman tartışma konusu olmuştur.

Atatürk, Türk kültürünü, Türk dilini ve Türk yazısını Arapça ve Farsçanın boyunduruğundan kurtarmak için, böyle bir devrimi kesin zorunluk görüyordu.

Türk dilini ve yazısını, yabancı fonetiğin tutsaklığından kurtarma zorunluğu şundan ileri gelmekteydi: Kullanılan yazı Arap yazısıydı. Dolayısıyla Arap seslerinin bir işareti olan harflerle yazılan Türkçe sözcükler bile Arap fonetiğinin baskısı altında dejenere olmaktaydı. Çünkü Arapça alfabede bulunan sesli harflerin söylenişi Türk fonetiğine tamamen yabancı seslerdi.  Bu nedenle de yazıda kullandığımız Arap harflerini kendi fonetiğimizde ( ses yapımıza) uygun seslerde okumaya çalışırdık. Bu ise yazımızın özgür olmaması demekti. Yazımızı da bir milli bağımsızlığımızın önemli bir parçası olarak özgürlüğe kavuşturmak için, bu yabancı seslerden ve o seslere neden olan yazıdan kurtarmak gerekiyordu.

Arap dili hece yazısına göre yazılan ve konuşulan bir dil olmasına karşın, Türkçe ses vurgularıyla konuşulan bir dildi. Bu yönden işin aslı, Türkçe sözlerin Arapçayla yazılmasında ki teknik güçlü idi...

Türkçe, dünyanın en çok sesli harfine sahip bir dildir. ( A-E-U-Ü-O-Ö-I-İ) seslerinin fonetik olarak tümü, tek harf olarak Türkçeden başka dilde yoktur. Aynı zamanda bu sesliler Türkçede hep kısa olarak söylenir.

Apayrı bir ses yapısına sahip olan Arapçada ise (A-İ-O-U) sesleri vardır. Bu sesler yerine göre uzun veya kısa okunur ve söylenir. Arap alfabesi kısa sesler için ayrı harflere gereksinim duymamıştır. Böylece Türkçe sözcükler, Arap harfleriyle yazılırken seslilerin çoğu gösterilmezdi. Bu zorluğa bazı sessiz harflere, sesli görevide verilerek bir çözüm bulunmak istenmiştir. Örneğin Arapça da sessiz (v)  harfi, uzun söylenişi (U) yerine kullanılır ve sözcüğün başında ortasında yada sonunda yazılışına göre de değişik eklemler yapılırdı. Arapçayla yazılan Türkçe sözcüklerde ise (V) harfi, kendi (V) sesiyle okunduğu gibi ayrıca (O-Ö-U-Ü)seslerinin yerine de yazılırdı. Bu durumda (V) harfi, sözcük klişesindeki yerine göre seslendirilmiş olurdu. Bu örneği biraz daha çoğaltırsak;                                                                              

(S) sesini veren üç ayrı harf vardı: (Se, Sin, Sat)                                                                                                      

(H) sesini veren üç ayrı harf vardı: ( Ha, He, Hı)                                                                                               

(T) sesini veren iki ayrı harf vardı; (Te, Tı)                                                                                                          

(Z) sesini veren üç ayrı harf vardı: (Ze, Zı, Zel)                                                                            

Türkçe bir sözcük içerisinde geçen, yukarıda ki sesler için hangi harfin hangi sözcükte kullanılacağını bir marifet işiydi bu nedenle hatasız eski yazı yazmak her okumuşun harcı olamıyordu. Eski yazıyla, herhangi bir yazıyı kaleme olmaktaki zorluk kadar okunmasında da aynı güçlükle karşılaşırdı. Örneğin: Eski yazıda(Slh) yazılır, (Sulh) diye okunurdu. Görüldüğü gibi sözcükteki (u) sesli harfi yazılmazdı. Eski yazıda (Hryt) harfleri yan yana yazılır ve bu (hürriyet) şeklinde okunurdu.(Mhrr) yazsı,(Muharir), (Mhmd) yazılır (Mehmed) okunur. (Askr)yazılır (Asker) okunurdu…

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Bandirma Yasam En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.