Savaş kapıya dayanmış, Türkiyem Karadeniz’den, Balkanlardan, Ege’den tamamen sarılmıştır. Mihver cephesi yayılmış, içeride Alman yanlıları çoğalmış, müttefiklerin “SAVAŞA GİREN” baskısı artmaktadır. İşte Amerikan Başkanı Roosevelt ile İngiliz Başkanı Churchill’in “KAHİRE DAVETİ” tam bu aşamada gelir.
Şimdi savaşın kaderi, Türkiye’nin elinde, Türkiye’nin kaderi ise İsmet Paşa’dadır…
Durumu bugünle kıyaslama yapmasak bile, güneyimizdeki Filistin-İsrail Savaşı nedeniyle bazı muhalefetin miting meydanlarındaki söylemleri beni bu yazıyı yazmama neden oldu. Neyse İsmet Paşa’nın Kahire notlarına dönerim.
…Roosevelt Kahire toplantısı için, İnönü’yü alması için damadının kullandığı özel uçağı yollar.
Kahire zirvesinde pazarlık çetin geçer. Churchill küçümseyen bir edayla “Türkiye hemen harbe girsin, ne yapacağımızı sonra düşünürüz…” diyor. İnönü ise “önce ne yapacağımızı bilelim ve vaat ettiğiniz yardımı alalım, sonra gireriz” tezini savunuyordu.
İngiliz başkanına göre müttefik uçaklarına üs vermek savaşa girmek sayılmazdı. Oysa İnönü bu öneride, 20 yaşındaki Cumhuriyetin yerle bir olma ihtimalini görüyordu.
Roosevelt İsmet Paşa’ya hak verir ve şöyle der:
“Türkler pantolonlarını indirmiş halde yakalanmak istemiyor. Ben de olsam ince eler sık dokurdum.” Sonuçta Churchill, Kahire’den Türkleri savaşa sokamadan döner.
Müttefik ordularının gelecekteki başkomutanı Eisenhower haberi alınca, “Bu cesur aslanların nasıl savaştıklarını görmek ilginç olurdu” diyecektir. Çünkü, “O cesur aslanların nasıl savaştığını bilen komutan, cephede onların nasıl öldüğünü de görmüştü.”
Şevket Süreyya, “İkinci adam” kitabında askerin harp tereddüdünü şöyle açıklar:
“Savaşı bilen, savaştan korkar.”
Öyle görünüyor ki, bugün tek taraflı savaş çığırtkanlığı yapanlar tarihten bilgi noktası olmalarının yanında siyasi, siyasi rant peşinde koştuklarıdır.
Sonuç olarak, savaşla kurulmuş bir ülkenin çocukları olarak savaşı biliyor ve savaştan korkuyoruz. Savaşı biraz savaştan korkar.
Kaynakça: “Savaşta ne yaptın baba” adlı kitap