Bektaşi fıkralarında baskı ve yasaklara karşı tepki vardır. Konuları değişik boyuttan ele alındığında, günü yaşamak, hayattan zevk almak gibi olsa da, yine de insani düşünmeye ve düşünürken de neşe verme işlevi içerir.
Bugün, ramazan ayı münasebetiyle kan ve gözyaşılı dünyamızdan çıkıp, Orhan Güzel’ in derlediği Bektaşi fıkraları dünyasına konu olalım.
Bektaşinin biri gözlerden uzak olmak için, ibader saati dışında cainin iç avlusunda çilingir sofrasını kurmuş, demleniyormuş.
Olacak ya, müezzinin camiye uğrayacağı tutmuş.
Bektaşiyi bu halde görünce:
-bu senin yaptığın hem dinsizlik, ne de densizliktir, sadece yersizliktir.
Bektaşinin biri, oruç tutmazmış ama, her gece sahura kalkar, karnını tıka basa doyuruyormuş. Onun bu halini bilen komşusu bir gün sormuş:
- Erenler, oruç tutmuyorsun ama, sahuru da kaçırmıyorsun, bu nasıl iştir?
Bektaşinin cevabı hazırmış:
- Biliyorsun, oruç farzdır. Sahur ise sünnettir. Farzı yerine getiremiyoruz. Bir de sünneti terk edersek, hangi yüzle gideriz öbür dünyaya?
Ramazan günü reçeliyle tereyağıyla peyniriyle sütüyle mükemmel bir sabah kahvaltısı yapan bir Bektaşi’ye sormuşlar: ne o mübarek ramaza günü kahvaltımı yapıyorsun
Bektaşi: Kahvaltı değil, oruç altı yapıyorum.
Bektaşi, bir yıl önce evvel ölen karısının kabrini ziyaret eder.
Ah hatun! Ne olur, Cenab-ı Hak bir mucize gösterse de seni tekrardan bana geri verse! Der.
Tam bu sırada, bir tarla faresinin zoruyla toprak hafif hafif kımıldamaya başlayınca Bektaşi telaşla:
- Sakın ha!... diye bağırır. Ben şaka söyledim imanım hemen inandın mı?
Lafın özü, sözün kısası makbüldür derler. Bizlerde öyle yapıp, konukluğumuzu burada noktalayalım.
ESEN KALIN