Fıkra denilince akla Karadenizliler gelir. Hangi taşı kaldırsanız altından temel çıkar. Oysa Erzurum fıkraları onlardan geri kalmaz da, herhalde duyurmasını bilmezler.
Yaşlı bir hamal çarşıdan geçerken, kadının biri arkasından bağırmış:
“Hammal emmi, hammal emmi, sahat kaç?”
Hamal şöyle bir dönmüş:
“Sahat kırk!”
Kadın kızmış:
“Torpak başına hiç saat kırk ola?”
Hamal da ağzının payını vermiş:
“Poh yiyenin karısı, hamal da saat ola!”
***
Cemil İstanbul’a gelmiş, inşaatlarda çalışmış, işi kapmış, öğrenip dönmüş. Usta, memlekette bir okulun yapımında çalışıyor. Kendisine göre bir tekniği var; iki taşı yada tuğlayı yerine düzgün koydu mu, iki adım geri çekiliyor, eserini seyredip ıslık çalıyor. Kendi kendine eline sağlık der gibi…
İşin müteahhidi bir gün dayanamamış:
“Cemil Usta, sen duvarı ör, ıslığı ben çalarım!”
***
Adam yerde bir kağıt bulmuş, bakmış üzerinde yazılar var, çiğnenmemesi için kıvırıp duvar deliğine sokmuş…
Gece rüyasına şeytan girmiş:
“O kağıtta benim adım yazılıydı. Kağıdı ayak altında bırakmadın. Ben de şimdi sana bir iyilik edeyim, peşime takıl!”
Şeytanla adam birlikte gitmişler, bir kuyunun başında durmuşlar. Şeytan bir ip çıkarmış:
“Al bunu beline dola. Seni aşağıya sarkıtacağım. Kuyunun dibi altın dolu, al alabildiğin kadar; ceplerini doldur. Haber ver, seni yukarı çekerim!”
Gerçekten kuyunun dibi altın doluymuş. Adam ceplerini doldurabildiği kadar doldurmuş, yukarıya işaret vermiş. Şeytan ipi çekmiş ama nafile, biri adamın ayaklarına yapışmış bırakmıyor.
Şeytan talimat vermiş:
sen onun kafasına idrarını yap bırakır!”
Bir, üç, beş bırakmıyor; son bir gayretle bir daha idrarını tutamamış, karısının dürtmesiyle uyanmış:
“Herif herif, yatağı batırdın!”
Adam uyanmış:
“Gusura bakma, şeytanın dostu bele olur.”
***
Bugün Hasan Pulur Hoca’mın “Pazar Fıkraları”na konuk olduk. Bir başka hafta sonunda buluşmak dileğiyle, esen kalın.