Değerli Okurlarım;
Her zaman yazılarımda dile getirmişimdir. Boş zamanlarımı çoğunlukla gazete okuyarak geçiririm. Bundan maksadım dünya ve çevremde olup bitenlerden düşünülenlerden haberdar olmaktır. Haliyle yazı yazdığım gazetemi de okurum.
Nitekim kendi gazetemi okuyuşumda irkildim.
Hemen yan sahifemde yazı kaleme almış bir kalem sahibinin Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucularının yapmış olduğu inkılaplar hakkında düşüncelerini okuyunca dehşete kapıldım.
Öyle ki bu kalem sahibi Cumhuriyetimizin kurulduğu durumu ortamı ve kuruluş amaçlarını anlamamış diye düşünmeden edemedim.
Düşünün, bu kalem sahibi harf inkılabı yahut onu destekler mahiyetteki dil inkılabı ile ona karşı olan fikirleri ile başlayıp daha pek çok Cumhuriyet devri yeniliklerini adeta Türk milletine yapılmış bir kötülük sayarcasına anlatmaya yazısında devam ettiğinde hakikaten bu şahıs hakkında çok farklı düşüncelere kapıldım.
Ancak merakım bu şahsın soy adının Paşazade olduğunu fark ettiğim de biraz da kendime kızmaya başladım.
Öyle ya bir Paşazade'den kaba tarifle uzak kökende de olsa bir Osmanlı Paşasının torunundan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu ve kuruluşundan sonra gerçekleştirilen yeniliklerini inkılaplarını sade bir Türk vatandaşının öz be öz Türk vatandaşının anladığı ve kavradığı mahiyette değerlendirmesini beklememizin O'na karşı bir haksız davranış olacağını değerlendiremediğim için kendime kızdım.
Bu kalem sahibi yazısına başlarken şu anda ki ülkemizin Çin Cumhuriyetini kendisine örnek alıp onun dil ve alfabesini kullanmayı bugünkü iktidar eliyle gerçekleştirmeye çalışan bir durumda hayal ederek başlattığını düşünürsek onun izlediği yoldan giderek onun yazısını değerlendirmemiz gerektiğini düşünmekteyim.
Bu kalem sahibinin hayal ettiği şeyi biz Türk milleti asırlar hatta bin yıllar öncesinde denemiş ve gerçekten uygulamış bir millet olduğumuzu hatırlatırım. Tarih sahnesinde bilinen ilk büyük Türk İmparatorluğu öz be öz Türk devleti olan Büyük Hun devleti Mete'den sonraki varislerinin bu kalem sahibinin hayal ettiğini denemesi ve uygulaması nedeniyle yıkılmamış mıdır?
Ne yazık ki orta Asya sahasındaki bütün Türk Devletleri kuruluşlarını müteakip iktidarlarının Çin iktidarları tarafından hediye ve rüşvetlerle kandırılması neticesinde aynı yolu izleyerek Çinlileştirilmiş ve bu yüzden Türklüklerini yitirerek ortadan kalkmışlardır.
Kalem sahibinin de zikrettiği gibi Türklerin Çin alfabesi veyahut ta onun bir oranda değiştirilerek millileştirilmiş şekli olan Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmaktan İslam Dinini kabulden sonra vazgeçmişlerdir.
Bu kalem sahibi yazısında Türk Milletinin İslam dinini sanki öncelikle isteyerek kendisinin benimsediğini takdime çalıştığını görmekteyiz. Oysa İslamiyet'in ilk çıkışında ortaya çıktığı Arap toplumunun bile savaşsız, kavgasız kabul etmediği İslam dinini biz Türklerin hiç direnmeden kendi isteğimizle kabul ettiğimizi söylemek Türk milletine karşı bir haksızlık hatta onu övmek değil bir küçümsemek olduğunu hatırlatmak isterim.
Evet biz Türkler İslam dinini kabul etmesine edip benimsemişizdir. Ama bunun olabilmesi için önce İslam Arapların, İran ve Horasan üzerinden Türkistan'a ulaşması gerekmiş ve Arap kılıçlarının oluk gibi Türk kanını Türkistan'da akıtıp nehirlerin kıp kızıl akmasını sağlaması gerekmiştir.
Emeviler devrinde yapılan Türk - Arap savaşları neticesinde doğudan Çin baskısı batıdan Arap baskısı arasında sıkışıp kalan Türklerin İslamlardan yana kayması neticesinde Türklerin İslamiyet'i kabule giriştikleri unutulmamalıdır.
İlk İslam Türklerin Kavluklar olduğunu nedense pek çok yazarımız hatta tarihçimiz bilmezlikten gelip halktan da gizlemektedirler. Evet Türkler kılıç zoruyla da olsa İslamiyet'i seçmişlerdir. Çünkü onlar İslamiyet'ten önce de inandıkları Gök Tanrı dini nedeniyle zaten İslamiyet'in inandığı mahiyette bir Allah inancına sahiptiler. İslamiyet'in cihat çağrısı onların savaşçı ruhuna uygun gelmesi de onları İslam'a yakınlaştıran bir başka sebep olmuştur.
Sözün kısası biz Türkler evvel emirde kılıç zoruyla daha sonra da bize zorla dayatılan İslam dinini aslında bizim Gök Tanrı dinimizle uyuşan özelliklere sahip olması nedeniyle İslam dinini kabul etmişizdir.
Ancak gel gör ki bizi kılıç zoruyla İslam yapmaya uğraşanlar biz İslam olduğumuzda bizi doğrudan kendileri ile eşit saymamışlar ve Emeviler devrinde olduğu gibi bize Mevali deyip uzun süre köle saymayı ihmal etmemişlerdir. Hatta bu ayrı tutuş Abbasiler devrinde bile devam etmiş biz Türkleri Araplara karıştırmamak için bizi enterne edercesine tutmak maksadı ile Samerra gibi şehirler inşaa edilmemiş midir?
Bütün bunlar gösterir ki biz Türkler İslamiyet'i hemen kabul etmediğimiz gibi İslamiyet'in yayıldığı toplum olan Arap toplumunun dil ve alfabesini de hemen direkt kabul etmemişizdir.
Unutmayalım ki Türk milleti denilince akla sadece İslam Türkler gelmemelidir. Bugün Yakutistan da ki kaba tarifle put perest denilen tabiaat tanrılarına dayanan din sahibi Yakutlar da Türk'tür. Avrupa'da ki Gagavuzlar'da Türk'tür. Bugün yeryüzündeki Türklerin Hıristiyan'ı da, Put peresti de, İslam'ı da mevcuttur.
Biz Türklerin Arap alafabesi ile yakınlaşması Kuran'ı okumak mecburiyetinden İslam dininin Kur'an okumayı ibadetlerde esas almasından kaynaklandığı ortadadır. Şurası da bir gerçektir ki İslam dini mensuplarının kullandığı Arap alfabesini öğrenmek biz Türklere İslam Arap hakimiyetinde yaşadığımız dönemde devletle resmi ilişkilerimizi de yürütmek için mecburiyet doğuran bir şart olarak karşımıza çıkmıştır. Bunun neticesinde önce İslam halifelerinin hakimiyeti altında kurulan Türk devletleri ve devletçikleri İslam dünyasının tepe noktasında ki halife ve onun hakimiyet sahası olan İslam dünyasıyla bağ kurabilmek için Arapçayı resmi dil, Arap alfabesini resmi alfabe olarak kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Gel gör ki Arap alfabesi İslam Türklerin hatta İslam devletlerinin tek başına edebiyat yapmasına kifayet etmemesi nedeniyle buna Farsçayı da katmak zorunda kalmışlar ve bu nedenle İslam Türk devletlerinde resmi dil Arapça, Edebiyat dili Farsça, Türk halkının kullandığı dil olarakta Türkçe'nin kullanılması gibi üçlü bir durum ortaya çıkmıştır.
Yani yazımızda esas aldığımız kalem sahibinin iddia ettiği gibi Türk devletlerinde Türkçe dediğimiz Türkiye Cumhuriyetinin dil inkılabı ile yeniden ön sahaya çıkarmaya çalıştığı Türkçe bütün baskılara rağmen ortadan kaldırılamamıştır.
Aynı durum Osmanlılarda da söz konusu olmuştur.
Çünkü daha önceki yazılarımda dile getirdiğim gibi Osmanlı İmparatorluğu da öz be öz Türk devleti değildir. O da İslamiyet'in ön planda tutulduğu İslam İmparatorluklarından biri olmaktan öteye geçememiştir. O en geniş zamanlarında İslam dünyasını egemenliği altına toplamaya çalışırken hiç bir zaman tüm Türk dünyasını egemenliği altında toplamaya çalışan bir devlet olmamış hatta bu uğurda doğru dürüst bir çalışma bile gösterememiştir.
Zaten bu devletin tebasına baktığımızda orta Avrupalı, Balkan bölgesi mensubu, Orta Doğulu, Orta ve Kuzey Afrikalı, İranlı, Doğu Avrupalı pek çok halk kitlesinin mensubundan oluştuğunu görmemiz mümkündür.
Bu devletin içerisinde Türkler adeta azanlık durumundadır. Ne tuhaftır ki bu devletin kuruluşunda rol alan önderlik eden Osmanlı hanedanı da yola çıkışında öz be öz Türk olsa da daha sonraları biyolojik olarak Türklüğünü yitirmiş bir sülale olmuştur. Çünkü sürekli olarak Türk milleti dışından hanımlarla evlenmeyi esas alan Osmanlı hanedanı tarihe karıştığında hanedan çoktan çok uluslu bir yapıya ulaşmış durumdadır.
Ne tuhaftır ki bu devletin ordusu da 1800'lü yılların sonuna kadar Avrupalı Hıristiyan milletlerin çocuklarının alınıp devşirme denilen sistemle sözüm ona Türkleştirilerek asker yapılması ile oluşturulmuş durumdadır.
Çünkü Osmanlı ordusunun yükselme devrinde doruk noktasında en çok sayıda ki askeri sınıfı olan başta Yeniçeriler olmak üzere, tüm kapıkulu ocakları öz be öz Türk olmayan Hıristiyan kökenli milletlerin çocuklarından oluşmaktadır. Bununla da kalınmamış Osmanlıyı yöneten kadrolar kaba tarifle Sadramazlar, Beyler Beyiler, Sancak Beyleri daha kaba tarifle Paşalar diyeceğimiz yönetici gurubun büyük çoğunluğu da pencik ve devşirme sistemi denilen sistemlerle Avrupalı Hıristiyan milletlerden alınıp saray okulunda yetiştirilip Müslümanlaştırılan kişilerden oluşmaktadır.
Bütün bu kitleler milli bir potada eritilip Türkleştirilmesi imkansız olduğundan Osmanlı devleti de ancak bunları ümmetleştirerek, İslamlaştırarak halifeye yani halife olan Osmanlı Padişahına ve sözüm ona Osmanlı devletine sadık hale getirmeye onu benimsetmeye çalışmıştır. Bunu yapabilmek için de İslam dinini İslam dininin alfabesi olan Arap alfabesini ve kendisinin ortaya çıkardığı Farsça, Türkçe, Arapça karışımı Osmanlıca dediği dili kullanmaya çalışmıştır.
Bu yüzdendir ki Osmanlı İmparatorluğunun üst kadrolarını oluşturan yönetim kadrosu Osmanlı hanedanına ve onun kullandığı Osmanlıcaya gönülden bağlanmış Osmanlıcayı kullanarak Osmanlı hanedanı ile bağ kurup ona övgüler düzebildiği için Osmanlıca denilen yapay lisanı ve aslı Arap alfabesi olan Osmanlının bir kaç değişikliğe uğratmasından ortaya çıkardığı Osmanlıca halkın eski Türkçe dediği alfabeye tam manası ile göbekten bağlanmıştır.
Şunu da vurgulamak isterim ki Arap alfabesine eski Türkçe diyen mantığı ve zihniyeti hiçbir zaman kabul etmek mümkün değildir. Çünkü Arap alfabesi Osmanlıcadaki de dahil olmak üzere Türklerin yarattığı bir alfabe değildir. Bu nedenle bizim malımız olmayan bu alfabeye eski Türkçe demek Türk diline Türk milletine iftira atmak hakaret etmekten başka bir şey değildir diye düşünmekteyim.
Şimdi Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra Cumhuriyetin kuruluşuna gelindiğinde zaten milli özelliği olmayan Türk milletinin devleti olmayan bu devlete sahip çıkılmasının sebebini anlamak makul ölçülerde mümkün değildir. Ancak Osmanlı ve Osmanlının etrafında kümelenen çıkarcı ulema ve Osmanlı hanedanına sadakattan başka yapacak işi olmayan başka çaresi olmayan yönetici kadro olan Paşalar ve onların devamı Paşazadeler bu Osmanlıyı unutturmamak için tekrar çıkar ve menfaatlerini temin edebilecek bu devleti ihya edebilmek için Osmanlıyı övmeyi sürdürmüşlerdir. Ve hala da sürdürmektedirler.
Çünkü onların övünecek doğru dürüst bir milliyetçiliği yoktur.
Onlar milliyet ile milli kavramını karıştırıp ortaya yeni bir kavram çıkarmışlardır. Onlar milli dediklerinde halka milliyet mefrumu verdikleri zihniyetini uyandırmaya çalışırken aslında onların milli dediği ümmetçilik kavramıdır. Onlara göre İslam potası içerisinde bulunan tüm ırklar millettir. Ama bu millete nedense bir türlü isim bulamamışlardır. Çünkü buna Türk demeleri mümkün değildir. Ümmet dendiğinde Arap'ı, Zenci'si, Türk'ü, Acem'i Hint'lisi, Avrupa'lısı bu kavramın içerisindedir. Ama bunların Türkler dışında hiç birisi Türk değildir. Nasıl olupta diğerlerine Türk diyebilsinler ki! Bu yüzden geçmiş dönemlerin Paşa torunları ulema torunları Osmanlı hanedanı yalakaları daha ileri giderek belirtelim ki Osmanlının kılıç korkusu ile ümmetleştirdiği yahut çıkar ve menfaat temin ederek kendine bağladığı dönmeler ve dönmelerin kalıntıları bu nedenle bugünkü ümmet zihniyetine Osmanlı demekten başka çare bulamışlardır. Ve milli, milli diye övmeye çalıştıkları ümmet kültürüne Osmanlı kültürü o kitlenin kullandığı ortak dil ve alfabeye Osmanlıca, millet dedikleri merfumada, Ümmet kitlesine de Osmanlı demekten başka çare bulamamışlardır. Bu yüzdendir ki Cumhuriyet döneminin, Mustafa Kemal'in yücelttiği Türk milleti ve Türk kültürü karşısına yeniden Osmanlı ve Osmanlıca denilen millet ve lisans kavramlarıyla kültür kavramlarıyla karşı çıkıp mücadele etmeye yönelmişlerdir.
Nitekim sözünü ettiğim kalem sahibi de öyle görünüyor ki bu mücadeleye canı gönülden katılmış ve bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti döneminde Mustafa Kemal'in yönlendirmesi ile Türk milletinin kat ettiği yenileşme yoluna yenileşme çabalarına kökten kötü gözle bakmaya onları Türk milleti için yapılmış kötü icraatlar olarak değerlendirmeye yönelmiştir.
O bu davranışta yalnız değildir. Zaten Osmanlı hanedanına bağlı olmasına karşılık kurtuluş harbinde Mustafa Kemal ile birlikte yola çıkan sözüm ona Mustafa Kemal'in silah arkadaşı olup ona yardımcı olan pek çok Paşa nesilleri de Cumhuriyetin kuruluşundan sonra başlatılan inkılaplara bu nedenle karşı çıkmışlardır.
Nitekim Rauf Orbay olsun, Refet Bele olsun, Kazım Karabekir olsun bu nedenle hilafetin ilgasına karşı çıkmamışlar mıdır? Özellikle Rauf Orbay halifeye bağlılığın O'nun ekmeğini yemiş bir aileye mensup olmamdan gelmektedir mahiyetinde beyanda bulunmamış mıdır? Bunun gibi inkılaplar ilerledikçe Cumhuriyet pek çok yenilikleri getirmeyi sürdürdükçe sözde Mustafa Kemal ile yola çıkan Paşa torunları yahut ulema torunları bir bir Mustafa Kemal'den ayrılmamışlar mıdır? Onların zoru derdi, hep Osmanlıyı O'nun kullandığı araç olan Osmanlıcayı yaşatmak değilmidir? Nitekim milli şair dediğimiz ve İstiklal Marşımızın yazarı olduğu için övdüğümüz Mehmet Akif'te Mustafa Kemal'in inkılapları nedeniyle ülkeyi terk edipte Mısır'a bu nedenle gitmemiş midir? Yeri gelmişken şunu da vurgulamak isterim ki; İstiklal Marşı dediğimiz marşımız İstiklal Savaşını ve savaş hakkındaki düşünceleri edebiyat diliyle çok güzel yansıtırken içerisinde hiç Türk kelimesi geçirmediğini acaba kaç kişi fark etmiştir. İstiklal marşımızda aynı Osmanlıcılar gibi Osmanlı hanedanına sadık Osmanlı taraftarı ulema torunları, paşa torunları gibi millet, millet derken hep İslam ümmetini kast etmemiş midir?
Bu nedenledir ki; Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını hedef alan O'nu yıkmayı hedefleyenler bunun için çaba gösterenler hiç bir zaman İstiklal Marşını kendilerine hedef seçmemeye özen göstermişlerdir. Çünkü onların gözünde İstiklal Marşı Mustafa Kemal döneminde de yapılsa sözünü ettiğim kalem sahibinin tabiri ile CHP döneminde de yapılsa ümmet zihniyetine onların kastettiği Osmanlı dediği kitle ve kültüre ters düşmeyen ifadelerden oluşması nedeni ile O'nun icraatından kötü diye söz etmemeye özen göstermişlerdir.
Bütün bunlardan sonra şunu vurgulamak isterim ki Türkiye Cumhuriyeti Osmanlıyı yıkarak kurulmuş bir devlet değildir. Yıkılan Osmanlı'nın topraklarında Osmanlının sahipsiz bıraktığı Türk kitlesinin elbirliği ile Mustafa Kemal önderliğinde kurduğu bir devlettir.
Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bugüne kadar tüm icraatları ile öz be öz Türk milletinin eseri olup öz be öz bir Türk devletidir. Bu nedenle O'nun dilinin Osmanlıca olmayıp O'nun edebiyatının Osmanlı dönemi edebiyatlarından biri olmayıp Türk dili ve Türk edebiyatı olması doğaldır.
Şunu da vurgulamak isterim ki kalem sahibinin iddiası yeni alfabenin kabulü ile Türk milletinin tek bir emirle bir gecede geçmişinden uzaklaştırıldığı yolundadır.
O'na göre tek bir gece de Türk milleti edebiyatından okur yazarlığından uzaklaştırılmıştır. Merak ediyorum acaba bunu söyleyen kişinin o söylediği anda Türk milletinin yüzde kaçının okur yazar olduğunun farkında mıdır? O kadar düşük bir okur yazar oranı mevcutken nasıl olur da büyük çoğunlu okuma yazma yani Osmanlıca denilen dili ve Arapça kökenli bu alfabeyi bir gecede unutmak mecburiyetinde tutulduğunu söyleyebilmektedir. Ortada bir tutulma varsa bu yolda iddia sahiplerinin bence kafalarında gerçekleşen akıl tutulmasıdır.
Şu nu da vurgulamak isterim Osmanlı'nın Türk halkına daha öncede yazılarımda belirttiğim gibi etrakı bi idrak yani akılsız Türkler dediğini neden göz ardı ederler. Onların akılsız Türkler dediği bu kitlenin halk edebiyatı adı altında Osmanlıcadan uzak öz be öz Türkçe olan bir edebiyat yaratıp kullandığını niye hiç akıllarına getirmezler. Onların fuzulisini bakisini Türk halkının büyük çoğunluğu hatırlamazken Karacaoğlan'ı, Pir Sultan Abdal'ı, Dadaloğlu'nu, Köroğlu'nu aşağı yukarı Anadolu'nun bütün halk kitlelerinin bilip çalıp söylediğini niye göz ardı ederler.
Şimdi onların Kerem ile Aslı'yı, Leyla ile Mecnun'u da halk kitleleri bilip kullanıyor dediğini duyar gibiyim. Ama Fuzuli gibi divan edebiyatı şairlerinin halk edebiyatı unsuru olan bu eserleri onlardan alıp onlardan esinlenerek kendilerince, kendilerini anlayacak ulema ve paşa torunlarına hitaben tekrar yazdıklarını hatırlatmak isterim.
Sözün kısası Türkiye Cumhuriyeti harf inkılabı ile olsun dil inkılabı ile olsun kitleye bir zorlama yapmamıştır.
Ancak yeni rejime karşı çıkmak için eski harfleri yani Arapçayı ve Osmanlıcayı Osmanlı döneminin hukuk kaidelerini usullerini kullanıp yeni devlete hakim kılmaya gayret gösterenlere karşı kendini korumak kaba tarifle nefsi müdafaa yapmak amacıyla zor kullanıp mecburiyet koymak durumunda olduğu bir gerçektir.
Şurası da bir başka gerçektir ki Mustafa Kemal sonrası dönemde bazı hatalarda inkılap adına yapılmamış değildir. İster Mustafa Kemal'e mal edilsin, ister CHP'ye mal edilsin Ezan'ın Türkçeleştirilmesi uygulaması hakikaten bir hatadır. Ancak bu uygulamanın Mustafa Kemal'e mal edilmesi de bence bir başka hatadır. Ayasofya'nın ibadete kapatılması hata olarak değerlendirilmemesi gereken bir icraat olduğu kesindir. Çünkü Ayasofya tek bir dine sadece İslam ümmetine has bir ibadet yeri değil, Dünya çapında Hıristiyanlarca da önem verilen yerlerden bir tanesidir. Bu nedenledir ki dünya çapında laik olduğunu ileri süren Türkiye Cumhuriyetinin laikliğini dünyaya ispat eden önemli icraatlardan birisi olarak Ayasofya'nın müzeleştirilmesinin daha sağlıklı bir değerlendirme olacağını düşünmekteyim. Kaldı ki Ayasofya içerisindeki mescidin kapatılmamış olması da bu konuda ki iddiamı destekleyen mahiyette bir durumdur diye düşünmekteyim. Bu nedenledir ki inkılapların yapılışı sırasında yapılan bazı hataların tüm inkılaplara mal edilerek inkılapların tümünü kötü gösterme çabası bence kasıtlı art niyetli ve eski rejim taraftarı olup Osmanlı hanedanını Osmanlı benzeri rejimleri hilafet rejimlerini özleyenlerin kafası olarak düşüncesi olarak değerlendirmek gerekir kanaatini taşımaktayım.
Şunu da harf inkılabını Türk milletini bir gecede dilsiz kültürsüz bırakma olarak değerlendirme peşinde olanlara sormak isterim peki Göktürk alfabesini, Uygur alfabesini kullanan Türkleri bir gecede Arap alfabesine döndürerek bir gecede öz be öz dillerinden koparanlara, koparma işlemini yapanlara da aynı soruyu niye sormazlar? Neden Arap alfabesine geçişi Türk milletinin bir gecede dilsiz ve alfabesiz kalması olarak değerlendirmezlerken, Türk milletinin yeni alfabeye geçişini bir gecede dilsiz ve alfabesiz kalma olarak değerlendirirler neden acaba? Açılan halk mekteplerini, yeni alfabeyi öğretme uğrunda girişilen seferberliği, yok kabul ederek alfabe ve dil inkılabını bir gecede milletin dilsiz ve alfabesiz bırakılışı olarak değerlendirirler? Neden bizzat Mustafa Kemal'in kara tahta başına geçip bu alfabeyi halkına öğreterek onu birden bire değil belirli bir öğrenim aşamasından sonra bu yeni alfabeyi kullanma durumu ile baş başa bırakma çabasını kabul etmek istemezler?
Şurası da dikkat çeken bir unsurdur ki üstelik Mustafa Kemal bu halk mektepleri ile övüle övüle bitirilemeyen Arap alfabesini ve Osmanlıca denilen lisanı uzun yıllar gerektiren eğitim süresine ihtiyaç bırakmayan bir şekilde halka öğretip benimsettiğini halkı okur yazar durumuna getirdiğini göz ardı ederler? Neden Mustafa Kemal'in Arap alfabesi ve Osmanlıca nedeni ile sürekli cahil kalmaya mahkum kalan Türk milletini bu yeni harf inkılabı ve dil inkılabı ile birden okur yazar durumuna getirme başarısını görmezden gelmeye uğraşırlar onlar ne kadar görmezden gelseler de Türk milleti, Türkçeyi kullanmayı da, bu yeni alfabeyi kullanmayı da Arap alfabesinden ve Osmanlıcadan daha kolay ve kendi kullanımına uygun bulduğundan çok kısa zamanda benimsemiş bu dil ve alfabe ile edebiyatını da yazışmasını da onlarla yapmayı başararak, başarıya ulaşmanın sevincini yaşamayı bilmiştir.
Sözümü bitirirken şunu vurgulamak isterim ki ulema torunları, Osmanlı kalıntıları, hatta daha önceki dönemlerin kafa yapısı kalıntıları, Paşa torunları; Türkiye Cumhuriyetini ve O'nun gerçekleştirdiği harf inkılabı başta olmak üzere bütün inkılapları başarı ile gerçekleştirmiş hedefine ulaşmıştır. Onlar Türk Milletini siyasi oyunlarla, dini oyunlarla, şeriat hileleri ile ne kadar zorlasalar da tarihi tekrar geriye çevirmeleri bence mümkün olmayacaktır. Çünkü onların başarısızlık saydığı bütün inkılaplar bütün yenilikler bu milletin gerçekleştirdiği sosyal ve kültürel başarılar, siyasi başarılar olarak tarihin sayfalarında bu milletin hanesine değişmez bir şekilde yazılmıştır.
Tarih tekerrürden ibarettir, düşüncesi ile ulema torunları, paşa torunları, Osmanlı kalıntıları Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyetinin tarihini değiştireceklerini kabul edip Osmanlıcayı zorunlu ders haline getirmekle Arap harflerini tekrar Türk milletine öğretmekle başlayarak gerçekleştireceklerini sansalarda bunu başarmak için Osmanlıcayı Arap harflerini ne kadar övseler de bunda başarılı olamayacaklardır kanaatini taşımaktayım. Onlar başarıya ulaşmak için Osmanlıca öğrenimini halka dedelerinin mezar taşlarını okumak için zorunlu bir eğitim göstermeye uğraşsalar da yine de başarılı olamayacaklardır. Çünkü onların övdükleri Osmanlı devletinin toprağa gömdüğü dedelerinin mezar taşları hiç bir zaman Osmanlılar yüzünden zaten olmamıştır. Yemen'de, Sarıkamış'ta, Çanakkale'de, Galiçya'da, Dobruca'da, Suriye'de, Filistin'de, Irak'ta hatta Kıbrıs ve Hindistan sahasında yatan dedelerinin mezar taşlarını bulmak imkansızdır. Zaten bu gün dedelerinin Sarıkamış'ta şehit olduğunu iddia eden önemli siyasetçilerimiz bile o sahada dedelerinin mezar taşlarını bulamamışlardır ki üzerinde yazanları okuyabilsinler. Bugünkü nesillere torunlarının başlarına geleceği mezar yeri bırakamayan Osmanlı devletinin Osmanlıca denilen lisanla mezar taşı okunak mezar taşı bırakması mümkün müdür ki bugün nesiller o mezar taşlarını okuyarak dedelerini sorabilsinler. Zaten buna imkan bulabilse idi bugünkü nesiller Osmanlı'dan veya bugün Osmanlıyı, Osmanlıcayı övenlerden herhalde dedelerinin kanlarının hesabını sormaları gerekirdi diye düşünmekteyim.
Sözün kısası Osmanlı fikri Osmanlıca fikri eğer yaşıyorsa bugün ondan zamanında menfaatlenenlerin, ondan çıkar temin edenlerin nesillerinin kafasında Osmanlılık ve Osmanlıca fikrinin yerleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Onlar bu fikri kafalarından atamadıkları için bu fikri gerçekleştirmelerine engel olan kişileri ve inkılapları suçlamakta haklıdırlar. Çünkü onlar Osmanlının sırtında taşıdığı kambur olan Osmanlı adı altında bu milletin sırtında taşıdığı kambur durumunda olan ulema ve yönetici sınıfının kadıların şeyhülislamların beyler beylerinin paşaların torunlarıdır. Bu yüzden onları inkılaplara karşı çıktıkları için suçlamak onların mantığıyla haksızlık olacaktır. Ama onlarda Türk milletinin onların gözüyle olayları değerlendirmesini beklemeleri de bence Türk milleti açısından haksızlıktır. Durumun bu yönüyle değerlendirilerek herkesin yerini değerlendirmesi ve ona göre hareket etmesi gerektiğini düşünmekteyim.