Başlığımıza bakarak bugünkü konumuzun dini mahiyet taşıyan bir konu olduğunu düşünmenizi istemem. Çünkü başlıkta bahsettiğim inanmışlık bir dine, bir dinin akaitlerine inanmışlık değildir. Kast ettiğim inanmışlık herhangi bir konunun gerçek olduğuna inanan kişinin gösterdiği inanmışlıktır. Bu inanmışlığın aslını oluşturan konunun inanılmasında doğruluğun payının olup olmaması önemli değildir. Burada önemli olan inanan kişinin inandığı konu yanlış da olsa onun doğru olduğuna inanmış olmasıdır.
Mesela diyelim ki bir şahıs kar tanelerinin siyah olduğuna inanmışsa kar tanelerinin beyaz olduğunu görmesine rağmen halen siyah diye iddia edebilir ve gerçekten kar tanelerinin siyah olduğuna inanabilir. İşte başlığımda kast ettiğim inanmışlık bu tarzda bir inanmışlıktır. İşin garibi bu tarzda bir inanmışlığa saplanan bir bireyi bu durumdan kurtarıp doğru yola sevk etmekte oldukça zor hatta imkansızdır.
Çünkü onun mantığı kendi kendini şartlamış, dışarıdan gelebilecek bütün uyarıcılara bütün bilgilendirmelere algı ve idrakını kapamıştır. Bundan daha kötü ve vahim bir durum vardır. Bu da toplumların bu tür bireylerden oluşması yahut ta toplum bireylerinin tamamının veya büyük çoğunluğunun bu duruma gelmiş olmasıdır. Eğer bir toplum topluca kendi yanlışlarının doğru olduğuna inanmaya yönelirse ya da kendisinin güvendiği kişilerin kendisine doğru diye sunduğu her bilgiye her olguya doğru demeye yönelirse artık o toplumun doğru yolda ilerlemesi doğruyu bulması imkânsız demektir.
Ne yazık ki bugün toplumumuzda bu duruma gelmiş bireylerimiz oldukça yekûn teşkil edecek durumdadır. Bu kendi dediklerinin kendine söylenenlerin tartışmasız doğru olduğuna inanan bireylerimiz toplumsal yaşamın her sahasında her yönünde rastlanabilecek ve yekûn teşkil edebilecek duruma gelmişlerdir. Bugün toplumumuzda bu tür insanlara fanatik demek genel uygulama haline gelmiştir. Fanatik yahut kendi doğrularının gerçek olduğu konusunda hat safhaya varmış olduğunu gördüğümüz bireyler bugün büyük kulüplerimiz etrafında kümelenmiş kendi kulüplerinin oyuncularının yöneticilerinin icraat ve davranışlarını kusursuz görmeye yapılması gereken davranışlar olarak görmeye yönelmiş durumdadırlar.
Nitekim her hangi bir büyük takımımızın ki genelde üç büyük İstanbul takımından birisinin taraftarlığına mensup vatandaşımız kendi kulübü oyuncularının faullerini kaba davranışlarını görmez basit hata olarak kabul etmeye yönelirler. Ama rakibi karşı büyük takımın aynı türden davranışlarını eleştirmekten geri durmaz yerden yere vurmayı maharetle sürdürmeyi tercih ederler. Kendileri yaparsa mubah, karşısındakiler yaparsa onlara göre günahtır. Aynı şey siyasetçilerimizde, siyasal parti taraftarlarında da rahatlıkla gözlenebilmektedir.
Bugün ister iktidar partimiz mensubu veya taraftarı olsun ister muhalefet partilerinden birinin mensubu veya taraftarı olsun kendi sözlerinin doğru olduğunu hiç düşünmeden beyan ederken rakiplerininkini mutlaka yalan, uydurma olarak değerlendirmeyi tercih etmektedir. Her iki tarafta kendileri için ortaya konulan gerçekleri yalan olarak belirtirken yalan söylediklerini çok iyi bilmelerine karşın doğru söylediklerini dile getirmekte ısrar etmekte hatta söylediklerinin doğru olduklarına kendileri bile inanmayı tercih etmektedirler.
Öyle olmalıdır ki pek çok konuda siyasilerimizin iddialarının genellikle telefon dinlemeleriyle kamera görüntüleriyle ortaya konmasına rağmen onlar hala yalan olduğunu bildikleri şeyi doğruymuş gibi takdime devam edebilmekte ve buna kendileri de gönülden inanmayı sürdürür görünmeyi tercih etmektedirler. Onların bu durumundan daha kötü duruma düşen bireyler de vardır.
Onlar da destekledikleri siyasetçilerin yalan söylediklerini çok iyi bilmelerine karşılık destekledikleri siyasetçilerin, yöneticilerin yalanları telefon dinlemeleriyle kamera görüntüleriyle gözlerinin önüne serilmesine rağmen hala destekledikleri kişilerin yalan söylemediğini onları yalan söylemekle itham edenlerin yalan söylediğini iddia edenlerin durumudur. Devam edecek…