SON DAKİKA
Hava Durumu

II. Mahmud Devrini ve Islahatlarını Tanımanın Önemi

Yazının Giriş Tarihi: 21.07.2022 00:12
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.07.2022 12:12

Sosyolojik açıdan merkez-çevre güçlerinin karşılıklı tartılması noktasında önemli bir belge olan Sened-i İttifak’ın ilk dört maddesinde Padişah’ın otoritesi tasdik edilirken, hemen beşinci maddede çok önemli ve büyük bir şart olarak hanedan ve durumlarının, devletin keyfi davranışlarına karşı emniyet altına alınması isteniyordu. Bu ise Osmanlı devleti geleneğinde yepyeni bir durumdu. Diyebiliriz ki iki taraflı bir belge, misak ya da sözleşme olan Sened-i İttifak ile Padişah Ayana emniyet, Ayan da Padişaha sadakat veriyordu. Konumuz açısından bir başka önemli husus, belgede, devletin halkla ilişkilerinin düzenli yürümesi, halka zulüm yapılmaması, fakirlere ve reayaya haksızlık içerisine girilmemesi gibi önemli hususlar üzerinde durulması, bu tip durumların Şeriat-ı Mütahharaya ve Şeriat-ı Garra’ya aykırı olduğunun ve bu şekilde aykırı davrananların devlete haber verilerek cezalandırılması gerektiğinin vurgulanmasıdır.

16 Alemdar’ın ve devlet merkezinde Ayan hakimiyetinin ortadan kaldırılması ile hükümsüz bir vesika haline düşmüş olmakla birlikte Sened-i İttifak’ın başlıca önemi, belki de bu türden bir şeyin Osmanlıda ilk kez olmasıdır.

Padişah’ın otoritesini yetkilerini bir bakıma sınırlandırması, Padişahı Ayan ve eşrafa karşı sorumlu kılması, Padişah tarafından hanedanlara emniyet ve hukuki garanti verilmesidir (Başgil,1946:22) . Nitekim bunun bu anlama geldiğini, II. Mahmud’un Enderun-i Hümayun ricaliyle Sened-i İttifak’ı müzakere ederken Eğri Boyun Ömer Ağa II. Mahmud’a ifade etmiştir: “Bu sened, sizin istiklalinize dokunur; lakin reddi dahi kabil değildir. Çaresiz tasdik olunsa da sonra bunun fesh ve ilgası çaresine bakmalıdır.” Sultan Mahmud da bunu bilerek imzalamış ve fakat Ayana ve onlara eğilimi olanlara öfke ile dolmuştur. Sultan-halifenin güçlü otoritesini belli ölçülerde sınırlamak gayesini güden bir belge olması dolayısıyla Sened-i İttifak’ın, modern Türk devletinin oluşum süreci tarihinde ilk amme hukuku kaidesi sayılabileceği ileri sürülmüştür.

Bazı araştırmacılar bu belgeden hükümdar ile ayan arasında yazılı bir anayasa denilebilecek bir anlaşma diye söz ederler. Kısacası vergi konusunda Padişahın yetkisini sınırlamak, hükümet ile Padişah arasında bir ayırım yapmak, sorumluluk ve yükümlülüklerin karşılıklı hükmünü yerine getirmek gibi hususlar gerçektende meşruyetçiliğe atılan ilk adım olarak görülmüştür.

Mevcut Askeri Ocakların Durumu

Osmanlı Devleti kuruluş ve yükselme devrinde dünyanın en azametli ordusuna sahipti. Ancak bu büyük ordunun yaşaması hemen hemen devletin bütün kurumlarının eksiksiz görevlerini yerine getirmesine bağlıydı. XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren devlet kademelerinde çıkan idari ve mali aksaklıkların orduya yansımasıyla birlikte orduda da bozulmalar baş göstermiştir. Osmanlı askeri gücünün başında Yeniçeriler ve Tımarlı Sipahiler olmak üzere iki sınıf teşkilatlanma gelir(Gölen,1999:4). Yeniçeri ocağının kuruluşundan önce, Osmanlı Devleti’nin askeri gücü “yaya ve müsellem’ diye piyade ve süvari olmak üzere, ancak savaş zamanında ve gerektiğinde toplanan, sadece Türklerden oluşan bir askeri sınıfa 17 dayanmaktaydı. Bunlar savaş zamanlarında sefere katılırlar, savaş bittikten sonra, devletin kendilerine tahsis ettiği çiftliklerde, her türlü vergiden muaf olarak tarımla uğraşırlardı. Osmanlıların Rumeli tarafına geçişi (1357) ile beraber, devletin toprakları genişlemeye başlamış, merkezden uzak bu bölgelerde tutunmanın ve daha da ileriye gitmenin “daimi bir ordu” ile mümkün olabileceği anlaşılmış, yaya ve müsellemlerin bu yeni duruma kâfi gelemeyeceği kanaati hâsıl olmuştur. Bu düşünce ile, daha Önce, Orhan Bey (1326-1359) devrinde, bizzat Orhan Bey’in emriyle, o sıralarda Bilecik Kadısı bulunan Çandarlı Kara Halil’in “yaya ve müsellemler’in teşkilindeki gayretine binaen, I. Murad’ın yine bu zata Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı’nı kurdurduğu bilinmektedir (Uzunçarşılı, 1984:146). Yeniçeri Ocağı’nın temel prensibi, savaşlarda esir alınan erkeklerle Osmanlı Devleti’nin sınırları dahilindeki Hıristiyan ailelerin çocuklarından devşirilenlerin, Müslüman-Türk ailelerin yanında, belli bir süre içinde eğitildikten sonra ocağa kabul edilmesi idi. Yeniçeriler devşirme” adı verilen bir sistemle genellikle Arnavut, Sırp, Boşnak, Rum, Bulgar ve Ermeni çocukların küçük yaşlarda toplanıp İstanbul’daki okullarda İslami prensipler üzerine yetiştirilmesiyle oluşturulan maaşlı askerlerdi.

İlk zamanlarda büyük bir fedakârlık ve feragat sahibi olan yeniçeriler, savaşlarda olağanüstü yiğitlik ve kahramanlık göstermekteydiler. Askeri disiplin, itaat, düzen ve yasalara son derece bağlıydılar. Ancak kazandıkları zaferlerle gittikçe gururlanmaya ve bununla beraber şımarmaya başlamışlardı. Şımarıklıkları ayaklanmalara neden olmuş ve bunlar birbirini kovalar duruma gelmişti. Disiplin ve itaatten uzaklaşan yeniçeriler, ülke ve ulus için birer tehdit olmaya başlamışlardı. Gâvur icadı olduğunu ileri sürerek yeni silahları istemez ve yeni sisteme, eğitime uymaz olmuşlardı. Ocağa kanun harici adam alınması, ayrıca makam ve mevki hırsı ile vezirlerin ve ağaların kendi arzularına hizmet etmek için yeniçerileri isyana teşvik etmeleri de ocağın nizamının bozulmasına neden olmuştu. Devam edecek…

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.