Değerli okurlarım,
Türkiye toprakları üzerinde yaşayan bizler Türk edebiyatı dediğimizde aklımıza sadece Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti birbirlerinin edebiyatı gelir birbirlerine verilmiş eserler ve bu devirlerin konuşmaları gelmektedir.
Üstelik Anadolu toprakları üzerinde söz konusu olan Türk edebiyatı, Arap, Fars ve batı edebiyatının etkin şekilde etkisinde kalmış bir edebiyattır. Bu yüzden Türklüğü tanıtmakta tam manası ile uzaktır. Türk edebiyatı denince esas Türk kökenli edebiyat olarak Türkistan Orta Asya kökenli edebiyatımızın incelenmesi derlenmesi gerekir kanaatindeyim. Bu amaçla Çağatay edebiyatı hakkında verilen ansiklopedik bilgiler üzerinde derlemeler yapmamız yerinde olacaktır düşüncesindeyim. Türk edebiyatına tam manası ile yansıtıcı olduğu inancında olduğu Çağatay edebiyatı hakkındaki eserlerde bu edebiyat hakkında şu bilgilere rastlamak mümkündür:
Türk edebiyatı açısından önemli bir bölüm olan Çağatay edebiyatını ve Dilini Türk edebiyatını tanıma ve tanıtmanın temel basamağı kabnul etmek yerinde bir icraat olacaktır düşüncesindeyim. Bu tanıma için yapılacak eser taramasında en uygun eserin İslam ansiklobedisi ve ansiklopedi düzeyinde ki kitapları, eserleri taramanın en doğru yol olacağı düşüncesindeyim. Söz konusu eserlere baktığımızda şu bilgilerinverildiğini görürüz:
bk. J A, 4. seri, XX, 381 v.d.) ve Raşid al- Din (Cami al-tavârih, bundan iktibaslar için bk. Barthold, Turkestan, I, 123 v.d.) Çağatay ve ilk muakkipleıi hakkında, oldukça mufassal, malûmat verirler. Bir çok kronoloji hataları hariç tutulsa bile, Şarafal-Din Yazdi ’nin Za/ar-nâma mukaddimesinde Çağatay hanedanı hakkında verilen malûmat, d’Ohsson ( Histoire des Mongols, II, I08 v.d.) tarafından da tespit edildiği gibi, tarihî bir tahriftir. Kaydu’nun ölümünden sonraki hâdiseler ( bunlar arasında Duva ile Çapar arasında vukû bulan muharebe de, vardır), en mufassal şekilde, Törih-i Vaşşâf’ta mevcuttur. Katolik misyonerler için krş. | Moshemii, Historia tartarorum ecclesiastica (Helmstadi, 1741), bilhassa zeyl, nr. 78, 80, 84 ve 92; orta Asya vaziyeti hakkında, İbn FazI Allah al- Omari ’nin Masalık al-abşâr’ın neşredilen kısmında mühim malûmat vardır ( bk. Quatreınere, Noiices et Extraits, XIII). Clavijo ’nun seyahat notları, İspanyolca ve Rusça olarak, Ebornik otıteleniya rıısskago yazıka i slovesnosti imp. academii nauk, XXVIII (Petersbıırg, 1881 ) 'de neşredilmiştir. Bu eserde ( s. 200 v.d.) Çağataylar hakkında da malumat vardır. Şarkî
Türkistan ’daki Çağatay sülâlesi için krş. bilhassa Târih-i Raşidi (trc. E. D. Ross,
London, 1895 ) ve Barthold, Zapiski vost.otd. arh. obşç., XV, 236 v.d.; bundan naklen M. Hartmann, Der islamische Orient, I, 290 v.d.; i krş. bir de Barthold, Oçerk istorii Semireçya ' ( Pamyatnaya knijka Semireçenskoi oblasti, II, 74 v.d.). ( W. Barthold.)
Cengiz’in oğlu Çağatay (yk. bk.)’ın adına nispetle verilmiş olan bu ismin, eski ve yeni şark ve garp müellifleri ve filologları tarafından, birbirinden oldukça farklı manalarda kullanılmış, bununla ifade edilmek istenilen mefhumun hudutları çizilmeyerek, hemen daima müphem bırakılmıştır. Ali Şîr Nevâ’î [ b. bk.] ile onu takip eden orta Asya şairlerinin kullandıkları edebî Türk lehçesine ve bunun mahsullerine Çağatay adını vermekte umumiyetle birleş iliyor. Lâkin bu tabirin şumûlünü hangi asra kadar geriletmek icap ettiğini, hangi sahalarda yazılan eserlere ve hangi zamana kadar bu adın verilebileceğini tâyin hususunda fikirler değişiyor ve başka başka müelliflerin değil, hatta aynı müellifin bile bu tabiri daima aynı manada kullandığına pek nadir rastlanıyor. Bu vuzuhsuzluğun, Türkoloji tetkiklerinin geriliğinden ve başlıca bu mesele hakkındaki araştırmaların iptidaîliğinden ileri geldiği meydandadır. Bir az
aşağıda bu tarihî ve filolojik ıstılahın kısa bir tarihini vererek, bununla ifade edilmek istenilen mefhumun çerçevesini tespit hususunda şu son yıllarda ileri sürülen mütalâaları, tenkidi bir surette, izah edeceğiz. Lâkin bütün o mütalâa ve
münakaşaların daha iyi anlaşılabilmesi için, önce bu husustaki şahsî düşüncelerimizin küçük bir hulâsasını arz ederek, bu karışık meselenin mahiyetini ve Türk kültürü tarihi bakımından, ehemmiyetini ana çizgileri ile tebarüz ettirelim.
Çağatayca, kelimenin en geniş manası ile moğul istilâsından sonra Cengiz çocukları tarafından kurulan Çağatay, 11 hani 1 ve Altın-Ordu imparatorluklarının medenî merkezlerinde XIII. — XIV. asırlarda inkişaf eden ve Timurlular devrinde bilhassa XV. asırda klâsik bir mahiyet alarak, zengin bir edebiyat yaratan edebî orta Asya lehçesidir". XI. — XII. asırlarda bütün orta Asya Türklerinin edebî dilinin ( hakaniye), moğul istilâsından sonra, muhtelif sahalarda muhtelif mahallî lehçeler ile ve
bilhassa oğuz - Kıpçak unsurları ile karışmasından vücuda gelen ve bu sebeple bir takım ayrılıklar gösteren bu edebî lehçe mahsullerini, ilk Çağatay devri eserleri olarak telâkki ediyoruz. İptida Türkistan, Horasan ve İran sahalarında, Hvarizm’de ve sonra da Altın Ordu’da meydana gelen bu inkişaf, XIV. asrın sonlarından başlayarak, XV. asrın ilk yansında Timurlular devrinde Horasan ve Mâverâünnehr’in Herat ve Semerkant gibi, medenî ve siyasi merkezlerinde klâsik bir edebî dil mahiyetini
almağa başladı ki, bu ikinci devre de klâsik Çağatay devrinin başlangıcı adını
veriyoruz. XV. asrın ikinci yarısında Nevâ’î ile başlayan devre artık klâsik Çağatay devridir. XVI. asırda Babur (b. bk.) ve çocukları zamanında hind saraylarında yüksek aristokrasi edebiyatı şeklinde devam eden ve Şeybanîler devrinde Türkistan’da tekâmülünü takip eyleyen Çağatay edebiyatı için, XVI. asır, klâsik devrin devamı asrıdır. XVII. asırdan XX. asra kadar, kültür dili olarak, birçok mahsuller vermekle
beçaber, artık büyük şahsiyetler yetiştiremeyen Çağatay edebiyatı, duraklama ve gerileme devrine girmiştir ki, bu hâl XX. asırda, İktisadî ve medenî amillerin te'siri ile yeni Özbek edebiyatının meydana gelmesine kadar devam eder.