Bakmak ve görmek aynı şey değildir. Bakmak var, görmek var, ama nasıl bakıp neyi nasıl gördüğün önemli.
Siz nasıl bakıyorsunuz etrafınıza hayata insanlara olaylara hiç düşündünüz mü?
Baktığımız bir şeyi görmek istemesek bile, o şeye baktığımızda bile bakarken bir iz kalsın o şeyden ve bizde ondan bir mana çıkaralım boş boş bakıp geçmeyelim altında ne anlamlar var neler kaçırabileceğimizi düşünerek bakalım. Bazen baktığımız, fakat görmediğimiz o şey de ne anlamlar gizli, kimse onu önemsemediği sürece göremez, anlayamaz diye düşünüyorum.
Görmek ve bakmak aynı değil. Görmekle etrafımızdaki dünyayı gözlemler, onun farkına varırız. Bakmakla dünyaya bir anlam veririz. Göz görür, bakış ise toplumsal olarak inşa edilir. Sadece gözlerimizle değil zihinlerimizle de görürüz. Neyi ne kadar ve nasıl görüyoruz? Neyi ne kadar görmemize izin veriliyor?
Görme kudretimiz de tıpkı lisan gibi, içinde yaşadığımız toplumsal kültür ve güç ilişkileriyle inşa edilir. Bir dizi fikir, hüner, beklenti ve arzunun süzgecinden dünyaya bakarız. Toplumsal sınıfımız, cinsiyetimiz, milliyetimiz, dinimiz, yaş ve eğitimimiz bakış açımızın sınırlarını çizer. Saf ve masum bakış, bir efsanedir. Dil gibi göz de toplumsal ve kültürel olarak inşa edilir.
Biz hayata hangi açıdan bakarıyorsak, hayatı işte o baktığımız açıdan yaşıyoruz. Aslında mutlu olmamız yaşadıklarımızdan dolayı değil, hayata mutlu ve güler yüzle, sevecen baktığımızda yaşadıklarımızdan keyif alırız. Aksi takdirde hedefsiz, amaçsız, bezgin ve bitik bir şekilde zorla yaşıyormuşuz gibi gelir. Mutlu olmak, neşeli olmak bir şeylere bağlı olmamalı. Bir şeyleri çok fazla zorlamak, olmayacak şeyler için büyük çabalar harcamak ve olmadığı için mutsuz olmak genellikle benimsediğimiz bir davranış biçimi. Fakat böyle yaptığımızda hınca hınç dolu bir minibüsteki kadın gibi oluyoruz maalesef.
Bu hayatta ideallerimiz, hayallerimiz olması gerekiyor bütün olumsuzlara rağmen. Olmalı elbet hayaller, fakat bu hayalleri gerçekleştirmek uğruna, başkalarını ve kendimizi mutsuz etmek davranış biçimine dönüşmemeli. En iyi durum ise aslında bu ikisinin ortasını bulmamızdır.
Toplum sizi nasıl şekillendirmişse o şekilde yaşıyorsunuz, kendi istediğiniz gibi değil. Bakış açınızı değiştirmediğiniz sürece etrafınızdaki hiçbir şey değişmeyecek. Yalnızca siz bakış açınızı değiştirerek etrafınızı şekillendirebilirsiniz. Çünkü esas olan ilk önce sizsiniz, eğer olaylara, kişilere, objelere, hayvanlara, kâinata bakış açınızı yani onlara sadece bakıp geçmekten öte geçerek onlara baktığımız anda onları görmeye, anlamaya çalışırsak işte o zaman kendi hayatımızda yeni pencereler açılacak ve hayatımızdaki bütün olgular daha bir anlam ve önem kazanacak. İşte o zaman bu hayatta kendi tarzımızı oluşturmuş olacağız, kendi tarzını oluşturan bir insan belirlediği hayat çizgisinden başkaları için sapmadığı sürece hedefine, amacına, mutluluğa ulaşacak insandır. İnsan, başkaları için bunlar kim olursa olsun, hayatta belirlediği çizgiden sapmadan, sınırlarını zorlasa bile belirlediği bu sınırları aşmadan bir şekilde kendi çizgisinde kalmalıdır.
Unutmayın ki, taviz tavizi doğurur. Bu yüzden hep dediğim gibi başkalarının özgürlük alanlarını ihlal etmeden hayat tarzımızı bozmadan dengeli bir şekilde yaşamalıyız, böyle bir yaşamı hedeflemeliyiz, hedefe varmak içinde bütün çabamızı sergilemeliyiz. Hayattaki her objeye bakmadan onları görerek anlamlandırarak bunu başarırız. Biz belirlediğimiz hayat tarzını yaşamaya başladığımız an göreceksiniz ki, siz dünya etrafında değil, dünya sizin etrafınızda dönmeye başlayacak. Siz başkaları için hayatınızı şekillendirmeyeceksiniz, başka insanlar sizin hayat tarzınıza göre size muamele etmeye başlayacaklar. Bu da sizin mutlu, başarılı olmanızı sağlayacağı gibi, karakteristik bir yapıya bürünmenize de neden olacaktır.
Gelin bu hayatta; insanlara, olaylara, objelere, hayvanlara bakıp geçmeyelim, onları baktığımız an görelim, anlamlandıralım. Bunları yapalım ki, bu hayatta daha ne cevherler olduğunun, hayatı başka bir şekilde de yaşamanın imkân dâhilinde olduğunun da farkına varalım.
Sevgiyle Kalın.