SON DAKİKA
Hava Durumu

Mehmet Akif’in Hayatını Farklı Yönleriyle İrdelemek

Yazının Giriş Tarihi: 11.04.2025 08:06
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.04.2025 08:06

Ankara'ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanmasını önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya’ya gitmekti, büyük gayretine rağmen Konya’da kesin bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu’ya geçti. Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu’daki Nasrullah Camisi'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır’da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.

Âkif, Anadolu'ya geçerken Eşref Edip'e de arkasından gelmesini söylemişti. Eşref Edip, Sebil'ür-Reşad Dergisi'nin klişesini de alıp İstanbul'dan ayrıldı. Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463. sayısını yayımlamışlardı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Ediple beraber Kastamonu'da yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu'ya ve askere dağıtıldı. 467. sayıdan itibaren yayıma Ankara'da devam ettiler. Derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hâkimiyetindeki Türk halkları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini yasakladı.

1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı’na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanlıların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi.

Bu bilgiler bize göstermektedir ki Mehmet Akif Ersoy Osmanlı döneminin bilhassa son dönem yani yıkılma devrinin yetiştirdiği haleti ruhiyede aydın sınıfı oluşturan yapıda bir şahsiyettir. Osmanlının bu döneminde yetişen aydınlarımız karışık duygular içerisinde kıvranan kendilerine göre toplumun geleceği için çareyi farklı akımlarda gören bireyler durumundadır.

Bir kısmı Osmanlı devletinin ve ümmet zihniyetiyle ortada bulunan Osmanlı toplumunun kurtuluşunu batı tarzı reformlarda görüp batıcılık yahut batı medeniyetini kabul etme diyebileceğimiz, batı taklitçiliği diyebileceğimiz sistem ve icraatlar da görmektedirler. Bir diğer aydın grubu ise devletin ve toplumun kurtuluş çaresini tüm Türklerin birleştiği bir toplum bir devlet haline gelmede görmekte Türkçülüğü, Türk milliyetçiliğinin esas alınmasını istemektedirler ki bu gruba Pantürkistler denilmektedir.

Bir diğer kısım aydın ise devletin ve toplumun felahını İslam’a sarılmakta, İslam kaidelerine Kur’an hükümlerine kısacası şeriata göre oluşturulacak sistem ve gerçekleştirilecek icraatlara bağlamaktadırlar. Bu grubun esas tuttuğu kaynak İslamcılık ve İslam Ümmetçiliği olduğu için bu guruba da Panislavist görüş sahipleri dendiğini bilmekteyiz.

İşte Mehmet Akif Ersoy bu üç akımdan Panislavist görüşe sahip olmuş ve ölene kadarda bu fikrin gerçekleşmesini amaçlamış ve bu yolda çabalar harcayıp hizmetler ve eserler ortaya koymuş bir şahsiyettir.

Bu nedenledir ki Panislavistlerle onların karşısında yer alan batı yanlısı olan grubun arasındaki çekişmede rekabette batı yanlıcılarının temsilcisi durumuna getirilen Tevfik Fikret’in karşısında gösterilen edebi şahsiyet Mehmet Akif olmuştur. Bu ikisi arasındaki rekabet Osmanlının sonuna kadar sürdüğü gibi daha doğrusu onların sağlığında başlayan rekabet Osmanlı döneminde sürdüğü gibi taraftarlarınca günümüze kadarda devam ettirilmiştir.

Batı yanlıları Mehmet Akife saldırıp onu yererken İslamcı kesim Tevfik Fikret’e saldırmış onu yerip yerden yere vurmayı tercih etmiştir. Aslında ikisinin de edebi yönlerinden ziyade fikirleri ile taraftar topladığını söylemekte bence bu nedenle hiç de yadırganacak bir durum olmasa gerektir.

Ne tuhaftır ki Türk toplumu bu iki değerli şaire sağlığında doğru dürüst sahip çıkmadıkları gibi onların varislerine de çocuklarına da yeteri kadar sahip çıkamamışlar Tevfik Fikret’in oğlu Haluk farklı bir kültürle yetişip ülke dışında Hristiyanlığı kabul edip bir papaz olarak hayatını sürdürürken, Mehmet Akif Ersoy’un çocukları da ihtiyaç içinde kıvranmışlar hatta büyük oğlu Emin bir sürü zahmet ve eza çektikten sonra bir oranda dilenci yaşamı içinde İstanbul Beşiktaş da çöp bidonları arasında ölmüş bir durumda bulunmuştur.

Toplumumuzun bu şairlere ve aile bireylerine vefasızlığına karşılık onları kendi siyasal görüş mücadelelerinde sembol görüp bu sembollüklerini hala devam ettirmesi bir vefa örneği değil aslında onların kullanımından öte bir durum olmadığı da şüphesiz ortadadır. Devam edecek…

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    logo
    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.