Ahmet Yaşar Ocak, Şems’i Cevlekī ve Babaîler’den farklı olarak bir şekilde ilim tahsil etmiş, vahdet-i vücûd neşvesine sahip, Fahreddîn-i Irâkī ve Evhadüddîn-i Kirmânî ile birlikte yüksek zümre Kalenderîliğinin Anadolu’daki başlıca mümessillerinden sayar. Mikâil Bayram, Şems’in Cevlekī şeyhi olduğunu, Ebû Bekr-i Niksârî’yi bu yolda halife tayin ettiğini, Cevlekıyye’nin kurucusu Şeyh Cemâleddîn-i Sâvî ve arkadaşları ile daha önceden irtibatı bulunduğu için Konya’dan ilk ayrılışında Dımaşk’taki Cevlekīler’in yanına gittiğini iddia eder. Ancak Maḳālât’ta ve ilk dönem Mevlevî kaynaklarında buna dair doğrudan bir atıf yoktur.
Bazı kaynaklar Devletşah’ta geçen rivayete dayanarak onun İsmâilî dâîsi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iddia sahipleri, Şems-i Tebrîzî ile Bahâeddin Zekeriyyâ’nın müridi Pîr Şah Muhammed Şems-i Tebrîzî-i Sebzevârî’yi birbirine karıştırmaktadır. Bazı Şiî araştırmacıları ise gaybûbetiyle irtibat kurarak Şems’i Şiî kabul etmişlerdir.
Şems-i Tebrîzî’nin, Vâhidî’nin Menâkıb-ı Hoca-i Cihân adlı eserinde şiddetle kınadığı kalenderîler gibi çârdarb yapan, siyah ve beyaz sûf giyen, şaraba düşkün, tepeleri düz keçe külâh giyen, davul ve alemlerle toplu halde gezen, Ehl-i beyt muhibbi olduğunu zanneden Şemsîler taifesinin ve Şemsiyye-i Celâliyye tarikatının pîri, bu tarikatın da Mevlevîliğin bir kolu olduğu iddia edilmiştir. Maḳālât’ta ve diğer Mevlevî kaynaklarında onun Şemsîler taifesinin pîri addedilebilecek tavırlara sahip olduğu zikredilmemiştir. Bununla birlikte Mevlevîlik’te aşk ve melâmet tavrı ön planda olan dervişler için “Şems meşrebinde” ifadesi kullanılmıştır. Şems, “Ben mürid kabul etmem, fakat şeyhleri irşad ederim; her şeyhi değil kâmil olanı” sözüyle bir tür irşad vazifesi yerine getirmiş olsa da şeyhi gibi yerine halife bırakmamıştır. Bu sebeple kendisine bir tarikatın ya da Mevlevîlik’te bir kolun nisbet edilmesi doğru değildir.
Nitekim Mevlevîlik silsilesinde Şems’in adı geçmemektedir. Fasîh-i Hâfi’ye göre Sühreverdiyye tarikatının önde gelenlerinden Selâhaddin Hasan el-Bulgarî, Şems’in elinden hırka giymiştir; ancak Maḳālât’ta ve Mevlevî kaynaklarında buna dair bir rivayet bulunmamaktadır. Maḳālât’taki ifadelerine bakılarak Şems’in melâmet tavrı baskın olan, ilâhî ve insanî muhabbeti her şeyin başı sayan, şeriatın ancak tarikat ve hakikatle anlaşılabileceğini söyleyen, dili zikreden, gönlü şükreden, vücudu sabreden âriflerin gerçek hikmete sahip bulunduğunu savunan, nübüvvet ve velâyet makamının yüceliğini lâyıkıyla ispat edemeyen nazar ehlinden uzak duran, semâ ehli, celâl yönü ön planda bir cemâle sahip Muhammedîmeşrep bir sûfî olduğu söylenebilir.
Şems-i Tebrîzî’nin tasavvufî sözlerinden, fikirlerinden, menkıbelerinden, Mevlânâ ve diğer sûfîlerle konuşmalarından, hayatına dair anekdotlardan meydana gelen Maḳālāt, Mevlevîler tarafından Ḫırḳa-i Şems ve Esrâr-ı Şemseddîn-i Tebrîzî adıyla da anılır. Bazı nüshalarda adı Kelimât-ı Şems-i Tebrîzî ve Maʿârif-i Şems-i Tebrîzî şeklinde kaydedilmiştir. Eserin Sultan Veled ya da onunla birlikte birçok kişi tarafından derlendiği ileri sürülmüştür. İsmâil Ankaravî ve Muhammed Ali Muvahhid ise Mevlânâ tarafından derlendiği. Mes̱nevî’de geçen bazı hikâye ve nükteler bu eserde de yer alır. En eski nüshası Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır.
Risâle-i Sipehsâlâr, Sultan Veled’in İbtidânâme’si ve Eflâkî’nin Menâḳıbü’l-ʿârifîn’i gibi Mevlevîliğin teşekkül döneminde yazılan eserlerde Maḳālât’tan faydalanılmıştır. Eser Ahmed Hoşnüvîs, Nâsırüddin Sâhibüzzamânî, Muhammed Ali Muvahhid ve Ca‘fer Müderris-i Sâdıkī tarafından neşredilmiş, Bedîüzzaman Fürûzanfer’in neşir girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Kitabın Türkçe tercümesi Mehmet Nuri Gençosman’a aittir. William Chittick’in 2005’te İran’da yılın kitabı ödülünü alan, Annemarie Schimmel’e ithaf edilen Me and Rumi adlı eseri Maḳālât’ın üçte ikisinin İngilizce tercümesidir. Tercümede Şems-i Tebrîzî’nin otobiyografisi ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Şems-i Tebrîzî’ye Merġūbü’l-ḳulûb adlı 138 beyitlik mesnevi tarzında bir eser izâfe edilmişse de kabul görmemiştir.
Çeşitli kaynaklardan aktarılan bu bilgiler bize göstermektedir ki Mevlana’yı Mevlana yapan şemsi Tebrizi ile olan münasebeti ve konuşmalarıdır. Ne var ki şemsi Tebrizi Mevlana ilişkisi Mevlana’yı yüceltirken olgunlaştırırken Mevlana’nın çevresindeki kişilerin bu ikili arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlamaları Şems-i Tebrizi’nin nasıl, ne yolda gerçekleştiği bilinmeyen kaybolmasını getirmiştir. Yukarıdaki bilgilerde de zikredildiği gibi bu kaybolma olayı büyük olasılıkla Mevlana’nın çevresindeki kişilerin şemsi öldürmesiyle gerçekleşmiştir.
Bu şekilde bir kaybolma Şems-i Tebrizi’yi bir nevi ebedileştirmiş, Hristiyanların Hz. İsa’nın Müslüman Şiilerin 12 İmamlarının kaybı konusunda iddia edilen göğe çekilme şeklindeki manevi bir duruma sokmuştur. Bunun yanında Şems-i Tebrizi’nin nerede ve nasıl öldüğü veya öldürüldüğü konusunda kesin bir bilgi olmaması bazı maneviyat sahiplerinin halkın onları benimsemesi nedeniyle çok yerde mezarları olduğu şeklinde ifade edilmesine benzer bir durumun şemsi Tebrizi için de gerçekleştirilmesini doğurmuştur.
Nasıl Yunus Emre için efsanevi Battal Gazi için Anadolu’nun birkaç yerinde mezarı olduğu durumu ortaya konulmuşsa Şems-i Tebrizi için de Konya’dan Hoy şehrine kadar farklı yerlerde birkaç mezar yerinin olduğu gibi bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bu bilgilerden sonra şemsi Tebrizi hakkında veya şems-Mevlana münasebeti hakkında detaylı bir bilgi ortaya koyduğumuzu söylemenin pekte yanlış olmayacağı düşüncesindeyim. Umarım bu düşüncemde yanılmış olmamışımdır.