Hz. Osman’ın halifeliğinin son dönemi fitne ve karışıklıklarla geçmiştir. Hz. Osman (r.a.) ve daha sonra Hz. Ali (r.a.) devrinde meydana gelen üzücü fitne ve fesat hadiselerinin sebep ve amilleri olarak İslam tarihçileri ittifakla aşağıdaki hususları zikrederler:
1- İki Cihan Serveri Resûlullah’a yetişme bahtiyarlığına erişerek ondan feyiz ve nur alan bahtiyar Sahabe neslinin mühim bir kısmının vefat etmiş olması, geride kalanların da yaşlanarak kendi köşelerine çekilmek durumunda kalması. Bu itibarla idareye tam layık kimseler bulunamıyor, mevcutların ihmalleri ve dirayetsizlikleri de zamanla karışıklıklara sebebiyet verebiliyordu. Şüphesiz ki, Sahabe-i Kirâm’dan feyiz alan Tâbiîn nesli de insanlık tarihinin mümtaz nesillerinden birisiydi. Ancak onların, adalet, dirayet ve hakkaniyette sahabiler kadar hassas olduklarını söylemek mümkün değildi.
2- Cahiliyet devrinde en önemli gurur ve iftihar sebebi olarak kabul edilen kavim ve kabile duyguları, İslam’ın ilk devirlerinde kutsi emirlere sadakatle uyulmasından dolayı yerini ulvi seciye ve duygulara terk etmişti. Ancak Peygamberimizin vefatından sonra kazanılmış olan fetih ve zaferlerde Kureyş kabilesi gençlerinin mühim payeler edinmiş olması, onların kabile gururlarını bir derece uyandırmıştı. Kureyş kabilesine mensubiyet bir imtiyaz ve üstünlük vesilesi sayılmaya ve Müslümanlar arasında rahatsızlık meydana getirmeye başlamıştı.
3- Fetihlerle İslam Devleti’nin hudutları bir taraftan Kuzey Afrika’da Mer’akeş’e, diğer taraftan Asya ortalarına Kabil’e kadar dayanmıştı. Bu durum, aynı zamanda muhtelif din, dil, ırk ve kabilelere mensup milletlerin ya Müslüman olması veya Müslümanların hâkimiyeti altına girmesi demekti. Bu milletlerden bazılarının, bilhassa İranlıların milli gururları fazlaca incinmiş olduğundan, merkezî İslam otoritesine karşı yavaş yavaş bir başkaldırma ve muhalefet hareketi baş göstermişti.
4- Hz. Osman’ın (r.a.) yaradılıştan yumuşak huylu, halim selim oluşu, insanları cezalandırmaktan ziyade affı tercih etmesi, bazılarının bunu istismar etmesini netice vermiş ve bu da suiistimallere ve idarenin zaafa uğramasına sebebiyet vermişti. Zaafa uğrayan bir idarede ise, maksatlı kimseler fitne ve fesat hareketlerine rahatlıkla devam edebilmişlerdir.
5- Hz. Osman (r.a.), Müslüman olmadan önce de gayet zengin, iyiliksever ve cömertti. Akrabasına düşkündü; onlara daima iyilik yapar, korur gözetirdi. Müslüman olduktan sonra ise bu duyguları ve iyilikseverliği daha da inkişaf etmiş ve akrabasını çokça gözetir olmuştu. Onun kendi malından ve kesesinden yaptığı yardımlar hazineden imiş gibi gösterilerek aleyhinde propagandalar yapılmış ve bu şekilde fitne ve fesat körüklenmiştir.
6- Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) zamanlarında idareciler gayet dirayetli ve otoriter, zemin ise fitne ve fesat hareketlerinden uzaktı. Hz. Osman (r.a.) ise şartların hassasiyeti dolayısıyla kimseye itimat edemez olmuş ve mühim idareciliklere, her zaman iyilikleriyle kendisine bağlamış olduğu akrabasını getirmeyi tercih etmişti. O böyle hareket etmekle otoriteyi sağlamaya çalışıyordu. Şüphesiz ki bu idareciler de gayet liyakatli ve dürüst kimselerdi. Ancak bu durum, muhalifler tarafından, “akrabanın kayırılması” ve “mühim idareciliklere akrabanın getirilmesi” şeklinde propaganda edilmiştir.
7- Fetihlerle birlikte Arap toplumu değişik milletlerle münasebetler içine girmiş, bu şekilde kurulan evliliklerle ya yeni Müslüman veya henüz Hıristiyan ve Yahudi ailelerinden meydana gelen çocuklar ahlakta ve dinde zayıf yetişmiştir.. Bu da fitne ve fesat için müsait bir zemin teşkil etmiştir.
Bütün bu sebeplere, Yahudi asıllı Abdullah ibni Sebe’nin de gayretleri eklenince, önü alınamaz bir fitne ateşi ortaya çıkmıştı.
Nihayet Hicret’in 35., Hz. Osman’ın hilafetinin de 12. yılında Kûfe, Basra ve Mısır gibi bölgelerden gelen bozguncular, Hz. Osman’ın evini muhasara altına aldılar. Başta Hz. Ali olmak üzere ileri gelen sahabiler muhasarayı kaldırmak için gayret gösterdiyse de, buna bir türlü muvaffak olamadılar. Kader hükmünü yerine getirecekti. Bozguncular bu edep ve hayâ abidesi, masum ve mazlum halifeyi şehit etmeye kararlıydılar. Hz. Osman, gözü dönmüş canilere son defa hitap ederek şöyle dedi:
“Beni niçin öldürmek istiyorsunuz?! Hâlbuki ben, Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu işitmişim: ‘Şu üç hâlin dışında Müslüman’ı öldürmek haramdır: Evliyken zina eden, kasten adam öldüren, Müslüman olduktan sonra dinden dönen…’ Allah’a yemin ederim ki, ben ne Cahiliye döneminde, ne de Müslüman olduktan sonra zina etmedim. Hiç kimseyi öldürmedim. Müslüman olduktan sonra da bu dinden asla ayrılmadım… O hâlde beni neye dayanarak öldürmek istiyorsunuz?!”
Fakat fitne ağları örülmüş, tahrikler yatıştırılamayacak noktaya varmıştı. Hz. Ali (r.a.), iki oğlunu, Hasan ve Hüseyin’i halifeye nöbetçi bırakmıştı. Abdullah bin Ömer ve bazı sahabiler de aynı şekilde halifeyi bekliyorlardı. Bu arada bozgunculara karşı koyacak kuvvet vardı. Abdullah bin Zübeyr, Zeyd bin Sâbit, Ebû Hüreyre (r.a.) ve diğer sahabiler, Allah’ın dinine yardım etmeye hazır olduklarını, halife izin verirse bozguncularla savaşmak istediklerini söylediler. Fakat Hz. Osman, Müslüman kanı akmasını asla istemiyordu. Bu istekleri hep geri çeviriyordu:
“Ben hiçbir zaman ‘Müslüman kanı döken bir halife’ olarak anılmak istemem. Tek bir kişinin kanının dökülmesinden bile Allah’a sığınırım! Ben savaşsam onlara galip geleceğimi gayet iyi biliyorum. Fakat ben onları da, onları aleyhimde kışkırtanları da Allah’a havale ediyorum…”
Edep, hayâ ve fazilet timsali, İslam’ın üçüncü halifesi, şehadetinden bir gün önce rüyasında, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) birlikte Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i gördü. Peygamberimiz kendisine hitaben:
“Biz oruçluyuz, seni de iftara bekliyoruz.” buyurmuştu. Hz. Osman uyandıktan sonra o gece hemen oruca niyet etti.
Sevinçliydi. Çünkü artık Allah ve Resûl’üne kavuşma günü gelmişti. O gün cuma idi. Kur’ân okumaya başladı. Bozgunculardan birkaçı tam bu sırada fırsat bulup içeri daldılar ve Hz. Osman’ı şehit ettiler. Hz. Osman’dan akan kanlar, okuduğu Kur’ân’ın üzerine damladı. Böylece, Peygamber Efendimizin istikbale ait bir mucizesi daha gerçekleşmiş oluyordu. Çünkü onun “haksız yere şehit edileceği”ni haber vermişti.
Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle alakalı olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Neden Sahabiler veli oldukları hâlde bu fitneleri keşfedip, çıkaranlara karşı tedbir almadılar?” şeklindeki suale verdiği cevap, aynı zamanda bu cinayetin sebeplerine de ışık tutmaktadır: “O hadisata sebebiyet veren ve fesadı çeviren birkaç Yahudi’den ibaret değildir ki, onları keşfetmekle fesadın önü alınsın… Çünkü pek çok milletlerin İslamiyet’e girmeleriyle birbirine zıt ve muhalif çok cereyanlar ve efkâr karıştı. Bahusus bazıların gurur-u millileri Hz. Ömer’in darbeleriyle dehşetli yaralandığından, seciyyeten intikama fırsat beklerlerdi. Çünkü onların hem eski dini iptal edilmiş, hem medar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrip edilmiş. İntikamını bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslamiyeden almaya hissen taraftar bir suret almış. Onun için Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar, o hâlet-i içtimaiyeden istifade ettiler, denilmiş. Demek o hadisatın önünü almak o vakitteki hayat-ı içtimaiyeyi ve muhtelif efkârı ıslahla olurdu. Yoksa bir iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.”[13]