Asıl çekirdeğini Türk unsur teşkil etmekle birlikte çeşitli İslav ve Germen kabilelerinden toplanan kalabalık yardımcı kıtaların desteklediği ordusu ile bilhassa başlıca pazar şehirlerini ve ticaret yollarını daima elde ve emniyet içinde tutmaya gayret ettiği anlaşılan Avar hakanlığının, Avrupa'da 200 yıl kadar süren hakimiyeti devrinde mühim askeri teşebbüsleri İstanbul kuşatmalarıdır.
Samanilerle anlaşarak yapılan ve imparator Herakleios (610-641)'u başkenti terk edip Karaca’ya gitmeyi düşündürecek kadar baskılı olan ilk muhasara (617 veya 619)'dan sonra, ikinci harekat, yine Sasanî imparatorluğu ile ortaklaşa gerçekleştirilmişti (626). İran-Bizans savaşlarının şiddet kazandığı ve Sehinçah Husrev II (590-628)’nin bütün el-Cezire, Filistin ve Suriye'yi ele geçirdiği bu yıllarda Doğu Karadeniz sahillerinde bulunan imparator Herakleios, Hazar Türklerinden askeri yardım sağlamak üzere Tiflis'e giderken, Sahrvaraz kumandasındaki Iran ordusu bütün Anadolu'yu geçerek Boğaziçi'ne ulaştığı zaman, Bulgar kuvvetleri ile takviyeli Avar ordusu da Balkanlar’ı ve Trakya’yı asarak İstanbul suriari önüne gelmiş bulunuyordu. Gerçek kuşatma Avar
ordusu tarafından yapılmakta idi (626, Temmuz-Ağustos). Patrik Sergios ile patricius Bonos tarafından müdafaa edilen başkentte büyük heyecan uyandıran bu harekat tarihî hatıralar bırakmıştır. Bizans'ta kurtuluşu anmak üzere "bayram" ilan edilen gün ("Büyük Perhizin 5. haftasındaki Cumartesi günü) kiliselerde ayinler seklinde
yüzyıllarca devam etmiş ve "Akathistos" ilahisinin bu Avar kuşatması ile ilgili olduğu anlaşılmıştır. Kuşatma 626 donanmasızlık yüzünden basanca ulaşmamış ve Avar ordusunun sonuç alamadan, müşkül şartlar altında çekilmek zorunda kalması hakanlığın nüfuz ve itibarini kaybederek zayıflamasına yol açmıştır. Yardımcı kuvvetler dağılmış ve bilhassa hakanın 630’da ölümünden sonra, tabi kütleler, Bizans’ın da teşvik ve desteği ile bas kaldırmış, uzun mücadeleler neticesinde Balkanlar Bulgarlara geçmek üzere elden çıkmış, Tuna-Sava bölgesi Hirvat-Sloven gibi İslav kabilelerine, Bohemya sahası da Çeklerin atalarına terk edilmiştir. Bu suretle bir hasım devletler çemberi içine alınan ve İktisadî imkanlarını kaybeden Avar hakanlığı 8. asır boyunca gittikçe kuvvetten düştü ve 791'den itibaren 15 yıl aralıksız devam eden -ve amansız bir din muharebesi yapan- Frank imparatorluğunun (Ka-rolus Magnus=Sarlman zamanı: 768-814) hücumları (Orta Macaristan'daki Avar başkent müstahkem mevkii 796'da Pepin tarafından zapt edilmiş ti) sonunda tamamen ortadan kalktı (805). Parçalanan Avar gruplan Doğu Macaristan ve Balkanlar'a dağıldı, kısa zamanda Hıristiyanlaşarak yerli kalabalık içinde eridi.
Bununla beraber, Avar tesiri Avrupa'da devamlı olmuş görünmektedir. Hırvatların en büyük askeri-idarî unvanlarından olan "Ban” (Gök-Türkçe Bağa, Avar dilinde Bağan.
Ayrıca Bulgarlarda, Macarlarda mevcut) Boyar ve Yugrus gibi, Yunanistan'da Nâvarino (=Pylos, asli Avarino) ve Arnavutluk'ta Antivari (=Bar, eskiden Civitas Avarorum) şehirlerinin adlan da onların hatıralarından izlerdir. Ayıca Macaristan'da ortaya çıkarılan Avar çağı arkeolojik eserleri (dökme aletler ve üzerlerinde hayvan mücadele tasvirleri ve grifonlar bulunan at koşum takımları) Orta Asya'da gelişen Türk sanatının (hayvan Üslûbu) Avrupa'daki örnekleri kabul edilmekte ve bu Üslûbun izleri Meroving'ler devrinde Fransa'da da görülmektedir. Arnavutluk'taki Prostovats altın hazinesi Avar'lara ait olduğu gibi, arkeolojik araştırmalar Avar Türk sanatının Germen ve İslav sanatlar! Üzerindeki tesirini ortaya koymuştur. Orta Macaristan'dı Nagy Szent Miklos mevkiinde 1799'da ele geçmiş olup hangi Türk kavmine ait bulunduğu hala münakaşa edilen, üzerleri Türkçe kitabeli 23 parça altın kaptan müteşekkil ünlü hazinenin Avar çağından kaldığı da ileri sürülmüştür.
Avar hakanlığının özellikle İslav kavimleri üzerinde büyük tesiri olduğu anlaşılıyor. 4. yüzyıla kadar Germen Got'lardı, daha sonra Hun imparatorluğuna bağlı olarak Türklerin hakimiyetine giren İslav toplulukların tarihi o zamandan itibaren aşağı yıkan "Türk tarihinin bir parçası" durumuna girmiştir. Kalabalık İslav kütlelerinin çeşitli Doğu Avrupa bölgelerine ve Balkanlar'a dağılması hadisesi daha çok Avarlar devrinde vukua gelmiş ve bu büyük ölçüdeki göçler "Avar hakanlığınca ihtiyaç duyulan toprak mahsullerini elde etmek için onlara tarım isleri, ayni zamanda, sinir bekçiliği yaptırmak maksadı ile Avar idaresi taralından hazırlanmış ve tatbik
edilmiştir. Bu suretle türlü İslav kabileleri bugünkü Çekoslavakya'ya, Elbe nehri boyuna, Dalmaya kıyılarına, Balkanlar'a sevk edilmişlerdir. 750 sıralarında Atina çevresinde "Avar" denilen Islavlardan bahsedilmekte, aynı devirlerde Hırvatları Adriatik sahiline götüren başbuğlardı su adlari siralanmaktadir: Kiiliik, Lobel (Alpel?), Kösemci (Kosuncu), Buga, Tugay "9. Pannonia (Bati Macaristan) ve Morva İslavlarının başında, İslavlaşmış Avar beylerinin bulunduğu ileri sürülmekte, diğer taraftan Germen kabilelerinin Çek memleketindeki yurtlanandan ayrılmalarının, savaş kabiliyetleri pek zayıf olan Islavlar yüzünden değil, Avar başbuğlarının baskısı sonucu vukua geldiği ve bu hadisenin Doğu Almanya’da meydana çıkan Avar sanatı ile ilgili eserlerde de doğrulandığı bildirilmektedir. Böylece, 584'de piskopos Suriyeli Johannes'in ifadesi ile "Eskiden ormanlardan dışarı çıkmağa cesaret edemezken, Avarlar sayesinde savaşa aüsan ve altın, gümüş, at sürüsü sahibi olan İslavların sistemli göçürülmeleri yolu ile günümüz Orta ve Doğu Avrupa etnik haritasının Avar hakanlığı tarafından çizildiği anlaşılmaktadır. Bugün Kafkaslarda yasayan Avar zümresinin de onların torunları olduğu kabul edilir.
GÖK-TÜRKLER
Asya "Büyük Hun" imparatorluğundan sonra, her bakımdan temsil ettiği Türk kültürü İtibariyle 2. "süper" Türk imparatorluğu niteliğinde olan Gök-Türk hakanlığı, 'Türk" sözünü ilk defa resmî devlet adi olarak benimsemekle bütün bir millete ad vermek
şerefini kazanmış, Doğu Sibirya'daki Yakut Türkleri ile batıda Ogur (Bulgar) Türklerinin bir kısmı dışındaki Türk asilli bütün kütleleri kendi idaresinde birleştirmiştir. Hakanlığın yıkılmasından sonra bir yelpaze gibi açılarak dört tarafa
yaydan çeşitli Türk zümreleri gittikleri yerlerde Türk" adini ve Gök-Türk idari, siyasî ve İktisadî geleneklerini yaşatmışlardır. Yine bütün bu Türklerin tarihinde Gök-Türk teşkilatının, edebiyatının, töre ve hayat telakkisinin izleri görülmüştür. Gök-Türklerden sonraki çağlarda, R Türkçesi (Ogur lehçesi) müstesna, bütün Türk lehçe ve ağızları Gök-Türk Türkçesi'nin damgasını taşır. Doğudan batıya: Orta Asya, Türkistan, Maveraünnehir, Kuzey Hindistan, İran, Anadolu, Irak, Suriye ve Balkan Türkleri, Gök-Türkler yolu ile Türk'tür.Bizim bugün diğer Türk devlet ve zümrelerinden ayırt etmek üzere Gök-Türk (Kök-
Türk) dediğimiz bu topluluk ve devletin adi "Türk" veya "Türük" idi. Ancak, kitabelerin bir yerinde kendini Gök-Türk olarak tanıtmıştır ki, "Gök’e mensup, ilahi Türk" manasıma gelen bu tabir V. Thomsen'e göre hakanlığın parlak devresine işaret etmekte olmalıdır (herhalde Mu-kan Kağan zamanı).Gök-Türk hakanlığı çağında, daha doğrusu 6.-9. asırlarda Orta Asya'da tarihî rol oynayan topluluklardı, çeşitli adlar altında gruplaşan Tölesler olduğu anlaşılmaktadır.
Türkçe Töles kelimesi ihtimal "asil, kök, temel" manalarına gelmektedir. Bk. L. Bazin, Les Calendriers..., s. 661, 667.Töles (Tölös, Tolis, Çince'de T'ie - lo, T'ieh - le)'ler, Çin kaynaklarında eski Hun boylarında olarak zikredilen ve bütün Orta Asya'ya yayılmış kalabalık Türk kütleleri bütünüdür. Sui-shu (Çin Sui hanedanının - 581 - 618-yilligi)'da 50 kadar kabilesi sayılmakta ve söyle sıralanmaktadır: l'i Baykal gölünün kuzeyinde, 5'i Tola ırmağı kuzeyinde, 5'i Tanri dağları kuzey eteğinde, 9'u Altaylar'ın güneybatısında, 4'ü K'ang (Semerkant havalisi) "Krallığı”nın kuzeyine^, 10'u Seyhun boyunda, 4'ü Hazar'dı doğusu ve batısında, 6'si Fu-lin(Bizans)'in doğusunda" . Ancak Baykal gölünden Karadeniz'e kadar yaydan bu toplulukların hepsini de Türk menseli saymak doğru olmasa gerektir. En batıda gösterilen bazılarının (mesela Alanlar) İranlı oldukları
biliniyor. Wu-hun (=Ugor)'lar da Uralli bir kavim grubudur. Ayrıca Ogur boylarında da T'ieh-le'ler olarak zikredildiği anlaşılmaktadır. Töles boylarının, taşıdıkları adlar henüz tamamen çözülememiş olmakla beraber, Hunlardan geldikleri ve umumiyetle dil ve örflerinin Gök-Türklerinkinin ayni olduğu belirtilmiştir' ". Bazı Çin kayıtlarına göre, Tabgaçlar devrinde (386-534), yüksek tekerlekli araba kullandıklarından dolayı Kaokü (Chao-ch'e = yüksek tekerlek) diye adlandırılan bir kişim Töles kabileleri diğer Türkler gibi kendilerini kurt ata'dan türemiş kabul ederlerdi. Ayrıca, T'ang-shu (Çin T'ang sülalesi -618-906- yilligi)'da da 15 Töles kabilesinin adlan verilmiştir. Gök-Türk hakanlığı zamanında Orta ve Doğu Asya'da gruplaşan Tölesler ile diğer ilgili bölgelerdeki topluluklar şunlardır: Tardus (Çince'de Sie Yen-t'o, Hsieh Yen-t'o. Hsie/ = Sir/ Yen-t'o = Tardus?) 1ar .Töles kabilelerinden bir grup (herhalde Tardus: Hakan Tar-du'nun unvanı ile anılanlar: Bati Gök-Türk'leri= On-oklar) Altaylar'ın batısında oturmakta olup Töleslerin en zengin ve kuvvetlileri olarak gösterilirler.