Görevlerimizi yaparken çok çok dikkatli olmalıyız.
Kamu yönetiminin amacı doğrultusunda faaliyet göstermesi onun mümkün mertebe sorunsuz bir şekilde işlemesi ile yakından ilişkilidir.
Sorunsuz ve başarılı bir yönetim için ise adalet ve liyakat kavramları önem kazanmaktadır. Genel anlamda her insana hak ettiğinin verilmesini ifade eden adalet, herkesin yeteneklerine uygun olan işle meşgul olmasını ifade eden liyakati gerekli kılmaktadır.
Adaletin en güzel tezahürlerinden biri olan liyakatin kamu yönetiminde uygulanması, kamu yönetiminin en önemli unsuru olan ‘insan’ unsurundan verim elde edilmesini ve yönetimin başarılı olmasını sağlamaktadır.
Herkesin bir ihtisas sahası vardır, bir kişinin çok iyi bildiği bir işi, diğeri bilmez. Bir insanın bilgisi vardır, pratiği yoktur. Fakat bir diğerinin bilgisi de, pratiği de, yeterli tecrübesi de vardır.
Peygamberimiz Muhammed (s.a.) O’nun bilgisi hakkında söylenecek söz yoktur. Görüp bildikleri haricinde göklerin, yerlerin, Cennet ve Cehennemin, ve benzeri pek çok şeyin bilgileri kendisine arz edildi. Cebrail a.s. gelip vahiy getirdiği zaman görülen ve görülmeyen şeylerden kendisine haber verildiği bilinir.
Bu kadar yücelik ve mucizelere sahip olduğu halde Allah Taâlâ “Ey Muhammed! Bir iş yapacağın zaman işinde onlara danış” (Âl-i İmran 3/159) veya “Önemli bir olayla karşılaştığın zaman dostlarınla meşveret et” diye emrediyordu. Hâlbuki Muhammed (s.a.) meşveret etmekten sakınmıyordu. Dolayısıyla Hiç kimsenin de “Benim kimse ile danışmaya ihtiyacım yok” diye bir bencillikte bulunmaması gerekir..
Yöneticiler yalnızca seçimde liyakat faktörlerine göre karar vermezler, doğal olarak atayan seçim yaparken liyakatin değerlendirilmesinde önem verdiği diğer faktör ise Sadakat olmaktadır.
Sadakat Türk dil kurumu Türkçe sözlüğüne göre içten bağlılık, sağlam, güçlü dostluk anlamına gelmektedir. Sadakat ölçümü ve değerlendirilmesinde sayısal bir değer söz konusu değildir. Güven duygusuna bağlı değerlendirilen bir algıdır.
Sadakat güven duygusuna bağlı olduğuna göre tek yönlü olması gereken bir eylem değildir. Yöneticinin bir alt yöneticiden ve çalışanından beklediği sadakat, çalışanın için yöneticisine güvenmesi anlamına gelmektedir. Sadakatin mutlaka sınırı olmalıdır, Bu sınırı belirleyecek, hukuk, ahlak, vicdan ve toplumsal değerler olmalıdır.
Güven duygusu oluşmadan takım ruhu oluşamaz, takım olmadan, güven oluşmadan yönetimlerin başarılı olması mümkün değildir.
Devleti yönetmenin zor bir zanaat olduğu söylenir. Bu zorluk, ülkelerin anayasalarında belirtilen hükümlerden, ülkenin benimsediği yönetim rejiminden ve her yöneticinin kamusal yarar anlayışı ile yönetme tarzından kaynaklanmakla birlikte yönetilenlerin talep ve ihtiyaçlarını nasıl karşıladığı ile alakalıdır. Kuşkusuz devlet yönetimi muhalefet, özel sektör, farklı etnik ve dini mezheplere ait topluluk ve cemaatler, demokratik kitle ve sivil toplum örgütleri, medya vb. gibi çoklu paydaşlar üzerinden gerçekleştirmektedirler.
Devlet yönetimi bir bütündür. Kamusuyla, özel sektörüyle, sivil toplum örgütleriyle ve kurumlarıyla zaman zaman çatışma zaman zaman da eşgüdüm içinde yönetim gerçekleştirilir. Çatışmasız yönetim olayına tanıklık edilmiş değildir.
Demokrasinin özünde de farklı seslere kulak verme anlayışı hâkim olduğu için çatışmalar normal karşılanır. Çünkü halk talepkar, yönetim ise bu talebe karşılık olarak hizmeti gören ve yatırımları yapandır. Burada kast edilen çatışma fikir çatışmalarıdır. Hangi grubun fikri tartışmaya açık olarak ortaya konulursa herkes görüşünü ileri sürebilir ve karşılıklı diyalog yoluyla ortak bir noktaya ulaşılabilir. Bu bakımdan devletin uluslararası çıkarlarının gizliliği hariç her konu şeffaftır, halktan gizlenmez.
Klasik demokrasi anlayışı bugün, demokrasinin beşiği olan Batı toplumlarında bile sekteye uğramış olmakla birlikte halen siyasi yöneticiler, halk ve sivil örgütlerden çekinmektedir. Merkezi yönetimlere ve yukarıdan gelen emirlere alışmış toplumlarda demokrasi ne yazık ki hem yönetenler tarafından hem de halk arasında özümsenmiş değildir. Dolayısıyla yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığının zedelenmesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin yıpratılması, insan hakları ihlallerinin artması, adaletli bir gelir dağılımının olmaması ve çıkar ilişkilerinin ön planda tutulması toplumları kaosa sürükleyen sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu koşullarda devlet yönetimi güven telkin edecek düzeyde meşruiyetini kaybedince ister istemez kayırmacılık, rüşvet, yolsuzluk gibi usulsüzlükler devreye girmekte ve herkes kendisinin hakkı ve haklarının olduğu iddiasında bulunmaktadır. Kimse sorumluluğunun ne olduğunu dile getirmek istememekte, görmezden gelmektedir. Hak ve adalet duyguları bir kez sarsıldı mı, birey kurala uysun uymasın her şeyi yapmayı mubah kabul eder. Bu nedenle, liyakatın uygulanması ve bu anlayışın yerleşmesi için ilk önce devlet başkanlığından en alttaki çalışana varıncaya kadar, yapacağı işle ilgili yetkin bilgi, beceri ve donanım olması gerekmektedir.
Başarı ve hak etmeye dayalı olmayan ancak tanıdık, eş-dost, ahbap, akrabalık gibi nedenlerle insanların işe alınması, ahlaki olarak hak edilmeyen bir durum olmakla birlikte bu türden edinimler ülkenin kalkınması ve toplumun geleceği için risk ve tehlikeler taşımaktadır.
Bu durum aynı zamanda muktedirsiz iktidar oluşumlarını gündeme getirir. Yani niteliği olmadığı halde yetkisi geniş ama sorumluluk algısı düşük kişilerin yönetimsel görevlere getirilmesi muktedirsiz iktidarı oluşturmaktadır. “Neme lazımca anlayış”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, gibi deyimlerde anlamını bulan bu davranışlar gerçekten ülkeyi ve kişileri felakete sürükler. Bu durumun önlenebilmesi, hem nitelikli hizmet kalitesinin sürdürülebilmesi için personel sayısının ve niteliğinin arttırılması hem de mevcut personelin de niteliklerini geliştirici hizmet içi seminer ve eğitim faaliyetlerinin uygulamaya konulması gerekmektedir.
Böylece “adama göre iş” değil, “işe göre adam” kriteri göz önünde bulundurularak personel seçiminin gerçekleştirilmesi önemli hale gelmektedir. Bu odaktan bakıldığında, liyakat ilkesinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
liyakatın sağlanmasında 4 temel prensip bulunmaktadır. Bunlar:
Diğer yönetim biçimlerinde bulunan yöneticiler gibi şan-şeref peşinde koşmayacaklarını ileri sürmektedirler. Böylece hem “iyi bir devlet” hem “iyi bir toplum yaşamı” hem de “mutlu birey” anlayışı gerçekleştirilmiş olacaktır.
Bu anlamda, anayasal devlet düzeninde seçimle iş başına gelen bir iktidar anlayışının gerekliliğini ortaya koyacak demokratik bir yönetime ihtiyaç vardır.
Bu yönetim özgürlük, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerini gözeten bir anlayışla hak ve görevlerini sürdürme konumunda olmalıdır.
Devlet yönetiminin her kademesinde uygulanması, hem sorumlu vatandaş olabilmenin hem de devletin sürekliliğin sağlanması açısından önemli ve gereklidir.