SON DAKİKA
Hava Durumu

ZAFERDEN ÖNCE YENİLGİYİ YAŞAMAK

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:49

Değerli Okurlarım,

Çok yakın günlerde kutlayacağımız Çanakkale Zaferi Türk tarihinin müdafaa konusunda yaşanmış en büyük zaferidir. Gerçi ondan önce de Kanije, Silistre, Plevne gibi müdafaa zaferleri görmüşsek de bu zaferler yerel çaplı müdafaalar olup yerel zaferler getirebilmişlerdir. Oysa Çanakkale uluslar arası mahiyette kuvvetler karşısında kazanılmış bir zaferdir. Üstelik sadece bir kara zaferi değil bir deniz zaferi evresine de sahiptir. Çanakkale Zaferi’nin özelliklerine değinmeyi bir başka yazıma bırakırken bugün bu büyük zaferin bile ortadan kaldıramadığı büyük bir yenilgiden bahsetmek istemekteyim. Bu yenilgi aslında bir ordunun, bir askeri teşkilatın yenilgisi değil bir hanedanın ve kaderini ona bağlamış bir milletin yenilgisidir. Bu yenilgi bu teslimiyet 1. Dünya Harbi ile ve bu harbe son veren Mondros mütarekesi ile yenilgiyi kağıda dökmüş olan Osmanlı hanedanının, Osmanlı Devleti’nin Türk yenilgisinin teorik olmaktan çıkıp pratik olarak, fiili olarak gerçekleşmesidir.

Değerli okurlarım, bugün bizler 18 Martlarda Çanakkale Zaferini kutlarız, kutlarız da nedense ondan 2 gün önceki tarihle gerçekleştirilmiş olan teslimiyetimizi başkentimizin yani İstanbul’umuzun işgalini hiç kale almaz, hiç değerlendirmeyiz. Unutmayalım ki 16 Mart 1920 İstanbul’umuzun itilaf devletleri temsilcisi asgari güçlerce fiilen işgal edilip meclisi mebusanımızın dağıtıldığı milli iradeyi temsil eden milletvekillerimizin tutuklanıp daha sonra Malta’ya sürgün edilmek üzere hapsedilmelerinin tarihidir. Mondros Mütarekesi ile orduları dağıtılan, toprakları işgale başlanan Osmanlı Devleti başkentteki özgürlüğünü meclisinin ve hükümetinin çalışmasını 16 Mart 1920 işgali ile kaybederken fiili olarak tarih olmuştur. Ne yazık ki Osmanlı’nın ortadan kalkışını övünerek göklere çıkardığımız Çanakkale Zaferi bile engelleyememiştir. Bu yüzden Çanakkale Zaferi, zafer olmasına rağmen devletini ayakta tutabilecek bir zafer olamamıştır. Nasıl bugün birileri Çanakkale Zaferini ve yaratıcısı Mustafa Kemal’i küçültmek için, itibarsızlaştırmak için övdükleri Kut-ül Amare Zaferi Arabistan, Mezopotamya, Suriye ve Filistin sahalarını kurtarmaya yetmemişse Osmanlı Devleti’nin zaferi olarak övülmesine karşılık onu ayakta tutamamışsa Çanakkale Zaferi de İstanbul’un işgalini engelleyememiştir. Bu yüzden Çanakkale Zaferi’ni İstiklal savaşı açısından değerlendirmek, kutlamak gerekirken Kut-ül Amare için bu açıdan da bir katkıdan bahsetmek mümkün değildir. Kut-ül Amare tamamen neticesiz bir zafer, faydasız bir zaferden ibarettir. Ne yazık ki bugün bizler onu bile değerlendirmeye alıp, ondan kendimize övgüler yaratmaya çalışırken 16 Mart İstanbul’un işgali olayını nedense ulusça değerlendirip, ulusal etkinliklerle değerlendirip bundan ders çıkarmak, ders almak yönünü hiçbir zaman gerçekleştirmemekte hatta düşünmemekteyiz. Oysa bu olay Çanakkale Zaferi’nden de Kut-ül Amare zaferinden de daha önemli bir olaydır. Çünkü bir devletin sona erişi bir milletin fiilen esir edilişinin gerçekleştiği tarihtir. 16 Mart 1920’de Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık evresi çalışmalarından rahatsız olan işgal devletleri yani İtalya, İngiltere, Fransa özellikle İngiltere yetersiz kaldığını düşündüğü Osmanlı yönetimini saltanatını tamamen kendine bağlamak için harekete geçmiş, bu işgali gerçekleştirmiştir. Bu tarihte ne yazık ki Osmanlı merkezinde işgal kuvvetlerine toplu çapta bir karşı koyma, bir direnme gerçekleşmemiştir. Sadece şehzade başındaki asgari karakolumuzda bir direnme gerçekleşmiş ve işgalci İngilizler burada Mehmetçiklerimizi şehit etmişlerdir. İstanbul işgalinin şehitleri bu Mehmetçiklerden ibarettir. Biz İstanbul’un işgalini sebep sonuç ilişkisi içerisinde suçlularını bu duruma gelişi sağlayan kişileri değerlendirip dillendiren kişiler olmadığımız gibi ne yazık ki İstanbul işgalinin şehitleri olan bu şehzade başı karakolunda hayatlarını verip şahadet şerbetini içen askerlerimizi de yeteri kadar değerlendirmemiş bir milletiz diye düşünmekteyim. Geçmiş dönemlerde İstanbul’da bulunduğum sıralarda vakti ile o karakolun bulunduğu yerde yapılmış onları, o şehitleri hatırlatacak özellikte bir anıt görmemiştim. Belki bugün de onları yeterli ölçüde milletinin gözü önüne serecek bir anıt burada yükselmemektedir. Bu yüzden bu şehitlerde milletimizin bilinci dışında kalmaya mahkûm edilmişlerdir düşüncesindeyim. Oysa ülkemizde kaza sonucu şehit düşen İspanyol askerlerine bile şatafatlı anıtlar yapıldığı halde bu değerli şehitlerimize neden acaba onları daha bariz bir şekilde tanıtacak anıt veya makam oluşturulmamıştır. Şurasını da hatırlatmak isterim ki ülkemizde olduğu gibi Bandırma’mızda da yenilgilere değerlendirme yapılmayıp, işgallere yapılacak değerlendirmeleri engelleyen bir toplum yapısı söz konusudur. Nitekim bunun en bariz görüntüsünü yıllardır köşemde dile getirmeme rağmen Bandırma’nın 1 Şubat- 11 Şubat 1920 tarihler arasında yaşanmış İngiliz işgalini kale almayıp 11 Şubat tarihini bu işgalden kurtuluş tarihi olarak kutlamayışında da görmek mümkündür. Bence nasıl Bandırma İngiliz işgalini yok yaşanmamış kabul etmekle tarihinde olmamış gösterdiğini düşünüyorsa Türk toplumu da 16 Mart tarihini bu yenilgi ve teslimiyet tarihini kale almayarak olmamış duruma düşürdüğünü düşünüyor, kendini avutuyor diye düşünmek mümkündür. Oysa hatırlatmak isterim ki tarihi yenilgiler ve teslimiyetler sen kabul edip etsen de etmesen de yaşanmıştır. Bu yüzden aynı durumları bir daha yaşamamak için bu yenilgi ve teslimiyet tarihlerini, olaylarını bence zaferlerden daha öncelikle, daha itina ile değerlendirmemiz gerekir. İşte İstanbul’un işgal tarihi olan 16 Mart 1920 tarihi de böyle bir tarihtir. Kronolojik olarak Çanakkale Zaferi’nden sonraki bir tarih olsa da 16 Mart tarihini Çanakkale Zaferi’nin tarihi olan 18 Mart tarihinden önce mutlaka etkinliklerle irdelemeli ve değerlendirmeliyiz. Bence zaferden önce bu yenilgiyi mutlaka değerlendirmeli, beyinlerimizde mutlaka her yönüyle yaşamalıyız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.