güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

ŞEMSİ TEBRİZİNİN HAYATI VE ORTADAN KAYBOLUŞU HAKKINDA RİVAYETLER

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:47

Şems’in ilk defa, Maḳālât’ta birkaç yerde adı geçen Tebrizli şeyh Ebû Bekr-i Selebâf’a intisap ettiği anlaşılmaktadır. Sahih Ahmed Dede, Şems’in ona yirmi iki yaşında iken intisap ettiğini, on dört yıl şeyhine hizmet ettikten sonra seyahate çıktığını belirtir (Mevlevîlerin Tarihi, s. 139, 148). Tebriz yakınlarındaki bir tekkede şeyhlik yapan, geçimini sepet örerek sağlayan, müridlerine hırka giydirmeyen, fütüvvet ve melâmet ehli sûfîlerden olan Selebâf’ın Şems’in tasavvufî şahsiyetinin teşekkülünde önemli etkisi vardır. Sipehsâlâr’a göre Şems, kerametlere meyli olmayan, kara keçe giyip kendini halktan gizleyen, daima mücahede halinde bulunan, tâcir kıyafetiyle devamlı seyahat eden, medrese ve tekkelerden ziyade kervansaraylarda konaklayan, içinde bir şey olmadığı halde kaldığı hücrenin kapısını sağlam bir kilitle kilitleyen, sırlarla dolu, şalvar uçkuru örerek geçimini sağlayan bir derviştir (Risâle, s. 121). Abdurrahman-ı Câmî, Şems’in Necmeddîn-i Kübrâ ve Baba Ferec-i Tebrîzî’nin halifelerinden Baba Kemâl-i Cendî ile Kutbüddin Ebherî’nin halifesi ve Evhadüddîn-i Kirmânî’nin hocası Muhammed Rükneddîn-i Sücâsî’ye hizmet ettiğini söyler (Lâmiî, s. 520). Devletşah, Şems’in silsilesini Sücâsî vasıtasıyla Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî ve Ahmed el-Gazzâlî’ye; Kemâleddin Hüseyin Hârizmî, Baba Kemâl-i Cendî vasıtasıyla Necmeddîn-i Kübrâ’ya ulaştırır. Ona göre Şems’i Anadolu’ya mânevî bir dost bulmak üzere Sücâsî (Tezkire, II, 252), Câmî’ye göre ise Baba Kemâl-i Cendî (Lâmiî, s. 521) göndermiştir. Maḳālât’ta Baba Kemâl-i Cendî ile Rükneddin Sücâsî’nin adları zikredilmediğinden Şems’in bu iki sûfîye mürid olması şüpheyle karşılanmış, ancak gezgin bir derviş olmasından dolayı onlarla tanışıp sohbet etmesi mümkün görülmüştür. Eflâkî’ye göre Şems, doğduğu yerde tarikat pîrleri tarafından “Kâmil-i Tebrîzî”, gezgin bir derviş olduğu için “Şemseddîn-i Perende” lakaplarıyla anılmıştır (Âriflerin Menkıbeleri, II, 190). 


Şems’in Tebriz’de Selebâf’ın yanından ayrıldıktan sonra Bağdat, Dımaşk, Halep, Kayseri, Aksaray, Sivas, Erzurum ve Erzincan’a gittiği bilinmektedir. Eflâkî onun bu seyahatleri zamanın abdal ve kutublarının sohbetine katılmak, mânevî feyizler kazanmak ve gerçek dostu bulmak arzusuyla gerçekleştirdiğini söyler (a.g.e., a.y.). Bağdat’ta ve Kayseri’de Evhadüddîn-i Kirmânî ile Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî; Dımaşk’ta Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Şam Kādılkudâtı Şems-i Hûyî, dehrî filozoflardan Şehâb-ı Herîve; Sivas’ta kelâm âlimlerinden Esedüddîn-i Mütekellim ile sohbette bulunmuş, onların derslerine katılmıştır. Mevlânâ’nın ifadesiyle Şems tasavvufun yanı sıra kimya, nücûm, riyâziyyât, ilâhiyyât, hikemiyyât, mantık, hilâf ve nârenciyyât ilimlerinde de mahirdir (a.g.e., II, 201). Şâfiî mezhebine mensup olmakla birlikte (Maḳālât, s. 182) yine Mevlânâ’nın ifadesiyle ricâlullahın sohbetine eriştikten sonra bilgilerinin hepsini defterden silmiş, aklî ve naklî ilimlerden sıyrılıp tecrîd, tefrîd ve tevhid âlemini tercih etmiştir (a.g.e., a.y.). Şems-i Tebrîzî, seyahatleri boyunca karşılaştığı şeyhleri ve âlimleri melâmet tavrının bir gereği olarak gerçeklerin ortaya çıkması için imtihanlara tâbi tuttuğunu, velâyet tavrı baskın olanları şeriatla, şeriat tavrı baskın olanları velâyetle denediğini, bunların teslimiyet ve hakikat arayışlarının eksik olduğunu, cedelle vakit geçirdiklerini, hiçbirinin kendisini tatmin etmediğini, gerçek şeyhliği ve dostluğu Mevlânâ’da bulduğunu ifade eder (Maḳālât, s. 219, 756, 784). 1237’de Bağdat’ta görüştüğü Evhadüddîn-i Kirmânî’yi şâhidbâzî tavrından ve sülûkte mübtedî olmasından dolayı dostluğa lâyık görmeyen Şems (a.g.e., s. 218, 294, 700; Eflâkî, II, 191-193; Lâmiî, s. 639), 1240 yılı civarında Dımaşk’ta görüştüğü ve Maḳālât’ta daha çok Şeyh Muhammed diye andığı Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den övgüyle bahseder, ancak ondan meşrep bakımından farklı olduğunu belirtir. William Chittick, Şeyh Muhammed’in İbnü’l-Arabî olduğu konusunda tereddüt göstermekle birlikte (Me and Rumi, s. XVIII, 380) Maḳālât’ın bir yerinde (s. 299) ondan Şeyh Muhammed b. Arabî diye bahsedilmesi bu tereddüdü ortadan kaldırmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.