güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

Peygamberler Tarihi

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:48

Doğum, Gençlik ve Dünyadan Feragat

En erken tarihli kayıtlara göre, Shakyamuni (Tib. Shakya thub-pa) zengin ve savaşçı bir aristokrat ailenin oğlu olarak bugünkü Hindistan ve Nepal sınırına yakın bir bölgede, Shakya eyaletinin başkenti Kapilavastu’da (Tib. Ser-skya’i gnas) dünyaya geldi. Kraliyet ailesine mensup bir prens olarak doğduğuna dair bir bilgi yoktur. Soylu bir prens olarak doğumu ve Siddhartha (Tib. Don-grub) [Siddartha veya Sidarta olarak okunur, çn.] ismi yalnızca daha geç tarihli kayıtlarda karşımıza çıkar. Babasının adı Shuddhodana’ydı (Tib. Zas gtsang-ma). Daha geç tarihli kayıtlarda, hem annesinin adı olan Maya-devi (Tib. Lha-mo sGyu-‘ phrul-ma), hem de onun beyaz renkli altı dişli bir filin yanına gelerek Buddha’ya mucizevî hamile kalışını anlatan rüyası ve bilge Asita’nın çocuğun büyük bir kral veya bilge olacağını haber veren kehaneti karşımıza çıkar. Daha sonra karşımıza çıkan bir diğer tasvir de Buddha’nın kusursuz doğumunun Kapilavastu’ya kısa bir mesafede bulunan Lumbini Korusu’nda olduğu, Buddha’nın doğum sırasında annesinin yanında yedi adım atarak “Geldim” dediği ve annesinin doğum sırasında hayatını kaybettiğidir.

Buddha, gençliğinde bir zevk hayatı sürdü. Evlendi ve Rahula (Tib. sGra-gcan ‘dzin) adlı bir oğlu oldu. Karısının ismi olan Yashodhara (Tib. Grags ‘dzin-ma), yine daha sonraki kayıtlarda karşımıza çıkar. Ancak yirmi dokuz yaşında, Buddha aile hayatından ve soylu mirasından feragat ederek ruhaniliğin peşinde gezgin bir dilenci oldu (Tib. dge-sbyong, San. shramana).

Buddha’nın dünyevi hayattan feragat edişini içinde bulunduğu toplum ve zaman dilimi bağlamında incelemek önemlidir. Ruhaniliğin peşinde gezgin bir dilenci olarak Buddha, karısını ve çocuğunu yoksulluk içinde yaşamaya terk etmedi. Geniş ailesi tarafından bakılacaklarına şüphe yoktu. Ayrıca, savaşçı kastının bir üyesi olarak birgün kaçınılmaz bir biçimde evinden savaşmak için ayrılacaktı, savaşçının ailesi de bu durumu erkeğin vazifesi olduğu için kabul edecekti. Eski Hindistan’da savaşçıların ailelerini askeri kamplara getirme âdeti de yoktu.

Her ne kadar savaşlar dışsal düşmanlara karşı yapılsa da, gerçek savaş kendi içsel düşmanlarımıza karşıdır ve Buddha da bu içsel savaş için mücadele etmek üzere yola çıktı. Buddha’nın ailesini bu amaçla geride bırakarak ayrılışı, manevi arayış içindeki kişinin görevinin, tüm hayatını bu arayışa adaması olduğunu gösterir. Ancak günümüzün modern dünyasında, eğer ailemizi geride bırakıp manastır hayatını seçer ve bu içsel savaşı sürdürmek istersek, öncelikle onların iyi bir biçimde bakılacaklarından emin olmamız gerekir. Bu yalnızca eşlerimizin ve çocuklarımızın değil; yaşlı ebeveynlerimizin de ihtiyaçlarını gözetmek anlamına gelir. Ancak ailelerimizi bıraksak da bırakmasak da, Budist bir ruhani arayışçının görevi; Buddha’nın yaptığı gibi dünyevi zevklere duyulan bağımlılığının üstesinden gelerek acıyı azaltmaktır.

Acının üstesinden gelmek için; Buddha doğum, yaşlanma, hastalık, ölüm, yeniden doğum, hüzün ve zihin karşıklığının doğasını anlamak istedi. Bunun genişletilmiş bir uyarlaması, daha sonra savaş arabası sürücüsü Channa’nın Buddha’yı şehirde bir gezintiye çıkarması ile ilgili bir bölüm olarak ortaya çıktı. Hasta, yaşlı, ölü ve dünya nimetlerinden kendini çekmiş kişileri gördüğünde, onların ne olduğunu Buddha’ya Channa anlattı. Bu sayede, Buddha herkesin deneyimlediği hakikî acıyı ve bu acıdan olası çıkış yolunu net bir şekilde tespit edebildi.

Ruhani yolda savaş arabası sürücüsünden gelen yardımın anlatıldığı bu bölüm, Bhagavad Gita’da Arjuna’nın (Tib. Srid-sgrub) savaş arabasının sürücüsü olan Krishna (Tib. ‘Dom-pa nag-po) tarafından bir savaşçı olarak görevini yerine getirmesi ve akrabalarına karşı savaşmasının gerekliliğine dair öğütler aldığı bölümlerle benzerlik taşır. Hem Budist hem de Hindu örneklerinde, bize tanıdık gelen rahat yaşamlarımızın oluşturduğu duvarların ötesine geçerek asıl görevimiz olan gerçeği aramaktan asla vazgeçmememiz gerektiğine dair derin bir anlam görebiliriz. Her iki örnekte de muhtemelen savaş arabası zihni kurtuluşa yönelten aracı, sürücünün sözleri de aracı harekete geçiren itici gücü, yani gerçekliğin hakikatini temsil eder.

Dersler ve Aydınlanma

Cinsel hayattan uzak ruhani bir gezgin olarak Buddha, zihinsel dengenin (Tib. bsam-gtan, San. dhyana) ve biçimden uzak içe çekilmenin massetmenin [İng. absorption, çn.] çeşitli katmanlarına ulaşabilmek için iki öğretmenle çalıştı. Mükemmel yoğunlaşmanın derin aşamalarına ulaşarak, temel acı ya da sıradan dünyevi mutluluğu bile deneyimlemenin ötesine geçtiği halde tatmin olmadı. Bu yüksek aşamalar, yozlaşmış duygulardan sürekli değil, geçici bir ferahlık sağlıyordu ve kesinlikle üstesinden gelmek için aradığı daha derindeki evrensel acıları ortadan kaldırmıyordu. Daha sonra beş yoldaşıyla birlikte aşırı çilecilik uygulamaları yapmaya başladı; ancak bu da daha derindeki, örneğin kontrol edilemez biçimde tekrarlanan yeniden doğuş (Tib.‘khor-ba, San. samsara) gibi sorunları ortadan kaldırmaya yetmiyordu. Buddha’nın altı yıllık orucunu Nairanjana Nehri’nin (Tib. Chu-bo Nai-ranyja-na) kıyısında genç bir kız olan Sujata’nın (Tib. Legs-par skyes-ma) sunduğu bir tas sütlü pirinçle bozması hadisesi, yalnızca daha sonraları anlatılan betimlemelerde karşımıza çıkar.

Bizler için Buddha’nın örneği, meditasyonda sadece sukûnet veya – uyuşturucular gibi sahte araçlarla elde edilen deneyimler dâhil – “uçuş” haliyle yetinmememiz gerektiğine işaret eder. Derin transa geçmek veya kendimizi cezalandırmak ya da işkence etmek de çözüm değildir. Kurtuluş ve aydınlanma için yolun sonuna dek gidilmesi ve bu hedefe ulaşmada bizi geri bırakacak ruhsal yöntemlerle yetinilmemesi gerekir.

Çileciliği reddettikten sonra, korkunun üstesinden gelmek için Buddha, ormanda tek başına meditasyon yaptı. Korkunun temelinde, zevk ve eğlence için sürdürülen takıntılı arayışın altında yatan nedenlerden çok daha güçlü olan kendini her şeyden değerli görme tutumu ve bu imkânsızca varolan “ben”e sıkı sıkıya tutunma eğilimi yatar. Bu nedenle, milattan sonra onuncu yüzyılda yaşamış Hintli usta Dharmarakshita (Dharma-rakshi-taKeskin Silahların Çarkı (Tib. Blo-sbyong mtshon-cha’i ‘khor-lo) adlı eserinde zehirli bitkilerle dolu bir ormanda gezinen tavuskuşları benzetmesiyle bodhisattvaların arzu, öfke, tecrübesizlik gibi duyguları kullanıp dönüştürmesini ve bu sayede kendilerini her şeyden değerli görme ile bu imkânsızca varolan “ben”e sıkı sıkıya tutunma eğiliminden kurtulmalarını tasvir etmişti.

Uzun meditasyonlardan sonra, Buddha otuz beş yaşında tam ve eksiksiz aydınlanmaya erişti. Daha geç dönem metinleri, bugün Bodh Gaya (Tib. rDo-rje gdan) olarak bilinen yerde bodhi ağacının (Tib. byang-chub-kyi shing) altında, Mara’nın (Tib. bDud) saldırılarını başarıyla bertaraf ederek aydınlanmaya erişmesinin ayrıntılarını vermiştir. Kıskanç tanrı Mara, Buddha’nın aydınlanmasını önlemek için korkutucu ve baştan çıkarıcı türlü şekillere bürünerek, bodhi ağacının altındaki meditasyonunu bozmaya çalışmıştı.

En erken döneme ait kayıtlarda, Buddha’nın üç çeşit bilgiye ulaşarak aydınlandığı kabul edilir: kendi geçmiş yaşamlarının, başka herkesin karma ve yeniden doğuşunun, ve Dört Yüce Gerçeğin Hakikatin [veya Dört Yüce Gerçeğin, çn.] tam ve eksiksiz bilgisi. Geç dönem metinleri, aydınlanmayla birlikte her şeyi mutlak olarak bilme yetisine ulaştığını belirtir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.