HZ. MUHAMMED
Bu hadisler peygamberimizin Türkler hakkındaki düşüncelerini dile getirdiği gibi peygamberimizin Türkleri ne kadar tanıdığını ortaya koyan sözleri olarak da bariz şekilde ortadadır. Şüphesiz peygamberimizin Türkler hakkındaki hadisleri bunlardan da ibaret değildir. Peygamberimizin bu hadisleri ve diğer hadisleri hakkında aynı eserde fikir beyan eden başka İslam alemleri de mevcuttur. Aynı eserde bu konudaki bilgilere baktığımızda şunları görürüz:
AK ŞEMSEDDİN VE MEHMED EMİN VAHİD EFENDİ
Bu arada üzerinde durmak istediğimiz bir diğer husus daha vardır. O da Osmanlı padişahları, devlet adamları, tarihçiler hatta bir kısım ileri gelen kişilerin, Hz. Peygamber (A.S.)’in Türkler hakkındaki hadislerinin şuurunda olmaları ve bunu, bir “tebşirât-ı Peygamberiye” olarak kabul etmeleri, bundan sonsuz bir zevk ve gurur duymalarıdır. Bunun en canlı örneği: İstanbul’un mutlaka fethedileceği yolundaki Hz. Peygamber (A.S.)’in kutlu müjdesidir. Hz. Peygamber (A.S.)’in bu hadisi, o muhteşem surlar karşısında bir rahmet ordusu olarak yerlerini alan mücâhid gazilere, İstanbul surlarının üstüne bir kara kartallar halinde uçmak için adetâ bir kanad ve ruh coşkusu olmuştur. Nitekim fetih tamamlandıktan sonra, fethin manevî sultanı, ak yüzlü Ak Şemseddin, Sultan Fâtih’in yiğit ruhlu, demir kuşaklı mücâhid gazilerine şöyle hitab etmiştir:
“Ey Kahraman İslâm Askerleri! İyi biliniz ki; Hz. Muhammed (A.S.)’in şu hadis-i şerifi sizin hakkınızda vârid olmuştur. ‘Kostantiniyye şehri behemal feth olunacaktır. Onu fehetmeye muvaffak olan hükümdar ne noş bir hükümdar ve onun askerleri de ne kahraman askerlerdir. ’ Bu bakımdan elde ettiğiniz ganimeti (şerefi) isrâf etmeyiniz. ”
Hattâ, Osmanlı alim ve diplomatik erkânından bir çoğu, Hz. Peygamber (A.S.)’in bir kısım hadislerinde Türkler’den bir sınıf olarak zikredilen Kantura Oğulları’nın daha da ileri giderek “Âl-i Osman” olduğuna inanmışlardır. Biz bu büyük olgunun en güzel örneğini Osmanlı Padişahı III. Selim tarafından Napolyon Bonapart'a yani Fransa’ya 1806 yılında Büyük Elçi olarak gönderilen Seyyid Mehmed Emin Vahîd Efendide görmekteyiz. Nitekim Vahîd Efendi, Osmanlı padişahına takdim ettiği “Sefâretnâme”sinde aynen şöyle demektedir:
“...Bundan sonra biline ki: ‘Ümmetimin idâresi en nihâyet Kantura Oğulları’nın eline geçecektir’ hadisinin haber verdiği üzere, temelleri her türlü çökmeye karşı korunmuş olan yüce saltanatlarında sağlamlık, dostluklarında güvenlik ve yüce andlaşmalarında kuvvet ve metânet bulunan Âl-i Osman Padişah’ı ve Şehinşah-ı Cihan Hazretleri’ne sırtını dayamaya koşanların, diğerlerinden üstünlükleri apaçık olmakla...” diyerek devam etmektedir. Evet, Vahîd Efendi’nin bu açıklamalarından da anlaşıldığı gibi; Hz. Peygamber (A.S.)’in bir çok hadislerinde dile getirlen “Kantura Oğulları” neslinden maksad, bir çoklarına göre mübârek Osmanlı Hânedan âilesidir. Diğer taraftan Vahîd Efendi'nin bu hadisi, Osmanlı sultanına takdim ettiği sefâretnâmesinde zikretmesi, onun Türkler hakkındaki diğer hadisleride bildiğinin çok güzel bir delili olmalıdır.
Görüldüğü üzere pek çok İslâm âlimi, Peygamber Efendimiz'in hadislerinden de yararlanarak Türklerin faziletlerine dair pek çok yazılar kaleme almışlardır. Aslında bunları ciltlere sığdırmak mümkün olmaz. Zîrâ Türkler, İslâmiyet’i seve seve kabul ettikten sonra Karahanlı, Gazneli, Harezmşah, Timuroğulları, Selçuklular ve Osmanlılar gibi güçlü ve cihanşümûl devletlerle asırlarca İslâm’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Hele Osmanlı sultanları, 1516 dan itibaren bütün Müslümanların halîfeleri olmuşlardır. Nitekim büyük müfessir Abdulgânî Nablûsî de; yukarıdaki alimlere ilaveten “yer yüzünü sâlih kullarıma miras bırakırım" âyet-i kerîmesinin Osmanlılar’a râci olduğunu ifade etmektedir.
Daha önce de belirttiğim gibi bu hadisler peygamberimizin Türkleri ne kadar yakından tanıdığını gösteren hadislerdir. Hatta Türklerin atideki durumlarını da ne kadar iyi tanıdığını gösteren sözler olarak şüphesiz kabul etmek gerekir. Şunu vurgulamak isterim ki Türkleri bu kadar geçmişi ve geleceği ile tanıyan peygamberimizin bu tanımasında atalarının Türklere köken olarak dayanmasından kaynaklanması da pekala mümkündür. Hadisler konusuna devam etmeden önce hemen şu bilgileri de vurgulamak isterim. Peygamberimizin hadisleri ile yakından tanıdığını söylediğimiz Türklerin Hicaz bölgesine daha önceden gelip yerleşmelerini ispatlayan farklı kültür belirtileri de mevcuttur. Nitekim İslamiyet öncesi Mekke putları arasında yer alan Hübel isimli büyük putun Anadolu’da görülen büyük tanrıça yani tabiat tanrıçası olarak bilinen Kubaba, Kibele, Sibele gibi adlarla anılan tabiat tanrıçasında başka bir kült olması imkansızdır kanaatindeyim. Çünkü Hititlerde, Friglerde, Lidyalılarda yukarıda belirttiğim adlarla kullanım ve tapınma bulan bu tanrı ilk çağda gerçekleşen göçlerle Suriye ve Filistin üzerinden Hicaz bölgesine inmiş olması büyük olasılık dahilindedir. Hemen hatırlatmak isterim ki Suriye üzerinden Hitit kitlelerinin yani Etilerin bazı gruplarının göçlerle bu sahalara ulaşması ve Kübele kültünü bu sahaya ulaştırması mümkün olabileceği gibi Friglerin de içinde bulunduğu göç kitlelerini oluşturan deniz kavimleri adıyla Anadolu’nun içlerine Trakya üzerinden gelip boğazlar vasıtasıyla Ege üzerinden yani Anadolu’nun Ege kıyılarlını takip eden Akdeniz kıyılarını takip eden bir güzergah ile Suriye, Mısır hatta bazı gruplarının Hicaz bölgesine hatta ve hatta Yemen bölgesine oradan da Babül Mendep boğazı yoluyla Habeşistan sahasına geçen kitlelerinin bu Kübele kültünü Hübel adıyla Hicaz bölgesine getirip yerleştirme imkanı da söz konusu olabilecek bir durumdur. Ancak Anadolu’daki Kübele kültünün Türklerdeki K H harflerini kelime başında yan yana kullanma özelliği nedeniyle Hicaz bölgesinde Hübele döndürmüş olması muhakkaktır kanaatindeyim. Haliyle Kübele kültünü temsil eden heykel Hicaz bölgesinde Mekke’nin baş tanrıçası yahut tanrısı olma özelliğini kazanması ve islamiyete kadar koruması bu tanrının bu bölgede kulanılması Türklerin bu sahaya ulaşmış olmasının, yerleşmiş olmasının izi, belirtisi kabul edilebilmesi ihtimali de mümkündür. Bu yüzden Hübel kültü Kureyş kabilesini Türklükle bağlarken bir oranda o kabile içindeki peygamberin soyu olan Haşimi ailesini de Türklükle bağlantılı görme imkanı sağlayabilecek bir görüntü arz etmektedir.