SON DAKİKA
Hava Durumu

OSMAN GAZİDEN MEHMET VAHDETTİN’E KADAR GEÇEN DÖNEME AİT OSMANLI BAŞBAKANLARI VE OSMANLI BAŞBAKANLARI VE ÖZ GEÇMİŞLERİ

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:49

Arapça Eserleri:

1- Hâşiye alâ şerh il-Mülahhas: Osmanlı medreselerinde okutulan Çağminî adıyla bilinen Mahmûd b. Ömer ül-Çağminî el-Hârezmî (ö.618/1221)’nin El-Mulahhas fî’l-Hey’e adlı kitabının Kadı-zâde-i Rûmî adıyla bilinen Mûsâ Paşa bin Mahmûd bin Mehmed Salâheddîn (Ö.815/1412) tarafından yapılan şerhin üzerine yazdığı Haşiye’dir. Sinân Paşa Fâtih’in isteği üzerine Ali Kuşçu (ö.879/1474)’dan ders görmüş ve bunun sonucu bu esere haşiye yazmıştır. Nüshaları mevcuttur.

2. Risale mine’l-Hendese: Alî Kuşçunun Fâtih-in huzurunda tartıştığı hendese ile ilgili bir meselenin Sinân Paşa tarafından yazılmasıdır.

3. Hâşiye alâ Şerh il-Mevâkıf: Eş-Şerîf el-Cürcânî (816/1413)’nin Şerhül-Mevâkıf adlı ilm-i kelâmla ilgili eserine yapılan hâşiyedir. Eser II.Bâyezîd zamanında yazılmıştır.

4. Feth ül-Fethiyye: Alî Kuşçu’nun Fethiyye isimli eserinin şerhidir.

Bunun dışında Arapça eserlerinin sayısı toplam 12’ye ulaşır. Bunlar dışında bile kütüphanelerde yeni risâlelerinin çıkması mümkündür.

Türkçe Eserleri   

1. Tazarru-nâme:

Ayrıca bakınız -> Tazarruname 

2. Maârif-nâme (Nasihat-nâme): Tazarru-nâme ’den sonra yazılan bu eser İslâmî ahlâk üzerine dayanır. Sinân Paşa bu eserde şerîate bağlı kalmış, Kur’ân’dan ve Eflâtun’dan aldığı öğütlerle eserini zenginleştirmiştir. Bu da çok okunan bir eserdir ve pek çok nüshası vardır. Eserin faksimilesi Sinân Paşa hakkında bir inceleme ile İ.H.Ertaylan tarafından yayımlanmıştır (İstanbul, 1961). Bu esere faksimile olarak alınan yazma Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail 212 numaralı yazmadır (65-212 Yapraklar arası).

3. Tezkiret ül-Evliyâ: Maârif-nâme ile yazımına başlanan eser, Maâri-nâme’nin tamamlanmasından sonra tekrar ele alınmış ve ayrı bir kitap olarak tertip edilmiştir. Attâr (Ö.589-632/1193-1234 )’ın Tezkiret ül-Evliya’sını örnek almış ve ilâveler yapmıştır. Bunu Maârif-nâme nin son kısmında şöyle anlatır:

“Amma gördüm ki cemîi geçmişleri anarsam söz uzanur ve eğer ba’zına iktisâr idersem anı tercih anlanur. Husûsâ ki kütüb-i tezkire tasnif olındukdan sonra niçe evliyâ-yı izâm gelmişlerdür ve ança meşâyih-i kirâm geçmişlerdür ve bizüm memleketümüzün dahi niçe uluları vardur cemi’sinün ahvâli sahih bilinmek olmaz ve menâkıblanndan zann olınmayan yazılmak olmaz. Eğer bildüğümi yazarsam ança bildüğüm dahi kalur, ol kalanlarun rûhâniyetlerinden utanılur. Pes şöyle fikr eyledüm ki tahsis bi’z-zikr benden olmaya ve şâibe-i tercih benüm kitâbdan anlanmaya, şol tâife ki… Ferîd ed-dîn Attâr Kaddes’ Allahu sırrehu tezkiresinde anmışdur, zikr idem ve anlardan zâid meşâyih-i meşhûreden birkaç müsellem azizleri dahi anam…”

diyerek eseri yazarken bir hayli düşündüğü ve nasıl yazacağı üzerine sonra karara Vararak Attâr’ın eserinden yararlandığı ve ilâveler yaptığı anlaşılmaktadır.

SİYAVUŞ PAŞA

nakledildiği bilinmektedir (Gülsoy, s. 48-49, 76). Kazandığı devlet tecrübesi sebebiyle Sadrazam Melek Ahmed Paşa onu kendisine rakip olarak görmeye başladı ve kaptanlık verip İstanbul’dan uzaklaştırmak istedi. Fakat Siyavuş Paşa güçlü ilişkileri sayesinde tehlikeyi atlattı. Bunda yakın dostu Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi ve Kösem Sultan’ın müdahaleleri de etkili olmuştur (Naîmâ, III, 1285).

Siyavuş Paşa kubbe vezirliğini sürdürürken züyûf akçe ve ağır vergilerden bunalan halk ve esnaf Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’yi zorla önüne katarak saray önüne gelmiş, çıkan karışıklıklar sırasında Melek Ahmed Paşa’nın azliyle daha başka konular dile getirilmiş, bu arada bazı ocak ağaları yeniçeri ağası Kara Çavuş’un sadrazam yapılmasını istemişse de sadrazamın vezirlerden biri olması gerektiği görüşü öne çıkmış (Kâtib Çelebi, s. 895; Mehmed Halîfe, s. 38-40) ve neticede bu makama en çok lâyık olduğu gerekçesiyle Siyavuş Paşa’nın sadrazamlığına karar verilmiştir. Bu karışıklıklar sırasında IV. Mehmed ile Abdülaziz Efendi arasında yeni sadrazamın seçimi konusunda bir konuşma geçtiği ve şeyhülislâmın teklifiyle sadârete getirildiği de rivayet edilir (Karaçelebizâde, s. 73-74, 124, 226).
4 Ramazan 1061’de (21 Ağustos 1651) sadrazam olan Siyavuş Paşa, bir ay yedi gün süren görevi sırasında ocak ağalarına dayanan Büyük Vâlide Kösem Sultan ile saray halkından güç alan Vâlide Turhan Sultan arasındaki şiddetli rekabetin daha da arttırdığı problemlerle karşı karşıya kaldı. Açık bir tehlike ve tehdit halini alan ocak ağalarının tahakkümünü kırdı, sorumluları cezalandırdı. Ancak bunu yaparken destek aldığı Dârüssaâde Ağası Uzun Süleyman Ağa’nın bu defa kendisi benzer bir tehlike olarak ortaya çıktı. Siyavuş Paşa’nın Emîr Paşa yerine Halıcıoğlu’nu defterdar yapma teşebbüsü Süleyman Ağa tarafından engellendi. Sadrazam ile ağa arasındaki ihtilâf giderek büyüdü ve Siyavuş Paşa gözden düştü. Saraya çağrılarak sadâret mührü Süleyman Ağa tarafından kendisinden alındı (15 Şevval 1061 / 1 Ekim 1651), hatta öldürülmek için bostancıbaşıya teslim edildi; ancak Turhan Sultan’ın müdahalesiyle canını kurtarabildi (Naîmâ, III, 1366-1368). Ardından malları müsâdere edildi ve Malkara’ya sürüldü. Kısa bir müddet sonra Fazlı Paşa’nın yerine Bosna beylerbeyi oldu (Kâtib Çelebi, s. 901; Abdurrahman Abdi Paşa, s. 33).
Daha sonra sadrazamlığa getirilecek olan Abaza asıllı İpşir Mustafa Paşa’nın Abaza Hasan’la birleşerek isyan etmesi olayında onun Siyavuş Paşa’dan aldığı tâlimatla hareket ettiği şeklindeki suçlama yüzünden yeniden katli gündeme geldiyse de bazı aracılar sayesinde bundan da kurtuldu ve Bosna’daki görevi Rumeli beylerbeyiliğiyle değiştirildi. Kandiye’yi muhasara eden askere yardım için bütün sipahi ve cebelüsü ile muhasaraya katılmak şartıyla Rumeli beylerbeyiliğine getirilen Siyavuş Paşa (17 Nisan 1652) aldığı emir üzerine hareket etti, ancak askerlerini adaya ulaştırmadan geri döndü. Bu arada Gürcü Mehmed Paşa’nın idaredeki zaafı yüzünden sadâretten alınması gerektiğinde yerine şeyhülislâm ve nakîbüleşraf tarafından yine Siyavuş Paşa önerildi, fakat Tarhuncu Ahmed Paşa’da karar kılındı. Rumeli’den sonra Silistre valisi olan Siyavuş Paşa bu görevi sırasında Kazaklar’ın taşkınlıklarına karşı sahil savunmasında başarılı oldu; ancak Silistre ve Şumnu halkından aleyhinde İstanbul’a birçok şikâyet ulaştı (Naîmâ, III, 1432, 1482, 1494-1495, 1530).

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.