Laikliğin Teminatı Olarak Kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Tarihçesi ve Günümüzdeki Durumu
Biz Türkler yaratılıştan itibaren Gök Tanrı dini denen tek Tanrılı bir din sahibi olmamız nedeniyle Semavi dinleri fazla yadırgamamış, özellikle İslam dinini ağırlıklı olarak kabul edip benimsemiş bir milletizdir. Ne var ki İslam dini bize Arapların bağrında doğup onlar vasıtasıyla intikal ettirilmiş ve bir oranda silahlı mücadeleler neticesinde kabul ettirilmiş bir din olduğu da muhakkaktır.
Bu nedenledir ki İslam dini ve İslam dini kaideleri konusunda bilgi sahibi kılınmamız Araplar eliyle olmuştur. Ve haliyle bu bilgilendirme için ve İslam dininin toplumumuzda uygulama bulabilmesi için Arap kültürünün Arap toplum yapısının oluşturduğu kurum ve kuruluşlar bizde de hizmet vermek durumunda kalmışlardır. Cami dediğimiz ibadethanelerimiz aslında Arap kültür yapısına göre oluşmuş ve daha sonra bizde şekil ve görüntü değiştirerek bünyemize uygun hale getirilmiş mekânlardır. Camilerle birlikte teşkilatlanmaya başlayan İslamiyet İslam toplumunda ve İslam’a dahil olan biz Türk İslam toplumlarında da yeni teşkilatlanmalar ve oluşumlar meydana getirilmesi zaruretini doğurmuştur.
Mesela İslam’ın ilk dönemlerinde namaz zamanında cemaatin en bilgilisi olan kişi öne geçip namaz kıldırmayı gerçekleştirdiğinden ve yine onun görevini yerine getirmesinde kusursuzca yardımcı olabilecek cemaat üyesi bir zatın müezzinlik görevini yerine getirmesinden dolayı İslam’ın ilk döneminde mesleği imamlık ve müezzinlik olan bireylere ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak zamanla bu görevlilerin ihtiyaç olması hem bu görevi yapabilecek kişileri yetiştirebilecek bu görevi yapabilecek durumda olan kişileri görevlendirmeyi gerçekleştirip görevleri sırasında onları kontrol ve denetime dahil tutabilecek teşkilatların oluşturulması ihtiyacını da durumunu da ortaya koymuştur.
Bu şekilde İslam’da teşkilatlanmaya başlayan din öğretimi ve dini görevlerin ifası ile ilgili hizmetleri ifa edebilecek personelleri yetiştirip görevlendirecek, görevlerinin sürdürülmesini bunun için denetimlerinin yapılmasını sağlayacak teşkilatların oluşması İslam’da bir din işleri yönetiminin oluşmasını getirmiştir. Peygamberin sağlığında onun şahsında toplanıp işlerlik gösteren İslam’daki din işleri yönetimi onun ölümünden sonra ortaya çıkacak hilafet makamını gerektiren en önemli etkenlerden biri olmuştur. Peygamber sonrası devreden başlayıp Osmanlı’ya gelene kadar geçen sürede İslam toplumlarının veya devletlerinin din işlerinin yönetimini yürüten, uygulamalarını gerçekleştiren kurum hilafet makamı olmuştur.
Bu kurum 4 halife devrinde Emeviler ve Abbasiler döneminde hem toplumun siyaset işlerini hem idari yönetim işlerini hem de din işlerini yönetmiştir. Emeviler daha doğrusu Hz. Ali’nin ölümüne gelene kadar geçen süre içerisinde bu 3 görevi birlikte yöneten hilafet kurumu daha sonra Hz. Ali taraftarlarının oluşturduğu imamet kurumuyla birlikte bu görevleri ayrı sahalar üzerinde paylaşmak durumunda kalmıştır. Hatta hilafet kurumu farklı bölgelerde üç ayrı halife oluşumu şeklinde devam eden halifeliğin karşısındaki imamet grubu tek kalmış, İslam’daki din işleri bu şekilde bir oluşum ve teşkilatla devam ettirilmiştir.
Abbasiler zamanında farklılık göstermiş, Emeviler devrinde akait ve uygulama yönünden bölünmeye başlayan İslam toplumunda hilafet makamı Sünni İslam kesiminin dini yönetimini gerçekleştiren bir makam ve kurum haline gelirken Şii veya Alevi mezhepleri İslam toplumlarının dini yönetimini üstlenen ve yürütmesi beklenen bir imamet kurumu ortaya çıkmıştır.
Gerçi bu imam veyahut imamet dediğimiz teşkilatın bazı etkili yöneticilerine Sünnilerin en üst din görevlisine verilen Halife adının verildiğini de görebilmişizdir. Mesela Mısır’daki Şii Fatimi Devleti’nin İmam düzeyindeki yöneticilerine Şii Fatimi Halifesi dendiğini hiç değilse Sünni İslam toplumlarının onları öyle adlandırdığını söylememiz mümkündür. Osmanlı öncesi dönemde İslam devletlerinin yöneticileri devlet Sünni ise Abbasi Halifelerinden, devlet Şii ise Şii imamlardan onay ve kabul almışlardır. Sadece onay alınmakla kalınmamış İslam devletlerindeki din görevlilerinin ve eğitim görevlilerinin, adalet görevlilerinin tayin, azil ve uygulamalarında da söz konusu kurumların hak sahibi olduğu kabul edilmiştir. Menşur denilen onayla Halifelerden yöneticiliğinin tasdikini alan Sünni İslam Türk Devletleri yöneticileri icraatlarının İslam kaidelerine uygun olup olmadığının kontrolü konusunda da bu kurumun yetkilerini kabul etmişlerdir.
Sözün kısası Osmanlı Devleti kurulana kadar hatta daha doğrusu Yavuz Sultan Selim Ridaniye Savaşı ile Memlük devletini ortadan kaldırıp onun bünyesinde varlığını sürdüren Abbasi Hilafet makamını sonlandırana kadar Sünni İslam devletlerinin dini yönetim kuruluşu dini yönetim başkanı Abbasi halifeleri olmuştur. Tabi bu farazi başkanlığın yanında İslam devletlerinin kendi teşkilatları bünyesinde görev yapan Müftüler veya Başkadılar kendi memleketlerindeki dini yönetimin başkanlığını elinde bulundurmuşlar. Abbasi halifesi adına kendi memleketlerinde icraat ve yönetim sahibi olmuşlardır. Devam edecek…