Değerli okurlarım,
Kentimiz Cuma hutbelerinde dile getirilen bir konu oldukça dikkat çekici gelen bir konu olmuştur. Gerçi bu sadece kentimizde değil medyada öğrendiğimize göre ülkemiz çapında geçen Cuma tüm camilerde Cuma hutbelerinde kullanılan hutbe konusu olmuştur. Dikkat çeken konu şudur. Diyanet İşleri Başkanlığı kamu mallarının kullanımında haksızlık yapılmaması, yolsuzluk yapılmaması tavsiyesinde bulunmuştur. Anlayabildiğim kadarıyla bununla da kanılmamış yönetici konumundaki İslam bireylerine makamlarına dayanarak, yetkilerine dayanarak rüşvet, suiistimal, haksızlık, yolsuzluk yapmamaları yolunda da tavsiyede bulunulan bir hutbe söz konusu olmuştur. Bu hutbeyi içerik yönünden irdelediğimizde Diyanet Başkanlığı’mızın kamu mallarından çıkar temin etmenin haksız kazanç temin etmenin kamu mallarını kötüye kullanmanın büyük günah olduğunu vurgulamak istemiştir.
Kabaca böyle söyleyebileceğimiz içeriği genişlettiğimizde bu uyarı neleri kapsamaz ki okuldaki kırtasiye malzemelerini evine çoluk çocuğuna aktaran idarecilerden tutun da makam aracını ailesinin şahsi işlerine tahsis eden belediye başkanlarına varıncaya kadar hatta yetkilerini çocuklarının, eşlerinin veya dünürlerinin şirketleri, vakıfları lehine menfaat temin etmeye kullanan ulusal yöneticilerin icraatlarına varıncaya kadar pek çok icraat bu uyarıyla dile getirilen yapılmaması gerektiği belirtilen davranış kapsamına girer. Ama ne yazık ki İslam’ın istediği kamu mallarına zarar verilmemesi yolundaki kaide kamu mallarının yöneticilerin şahsi malıymış gibi kullanılmaması yolundaki uyarı ifade eden kaideler aslı saadet devrinden buyana hep kulak ardı edilmiş, İslam yöneticiler pek azı müstesna nedense yönetime geldikleri andan itibaren kamu mallarını kenti mallarıymış gibi telakki etmeye ve kullanmaya yönelmişlerdir.
İslam döneminde Hz. Muhammed’den sonra kamu malları konusunda kamu mallarının şahsi işlere kullanılmaması konusunda en titiz ve dikkatli davranan yönetici nakledilen bilgilere dayanarak 2. Halife Hz. Ömer olduğunu söylemek mümkündür. Hilafet makamının başında olmasına karşılık, devletin bütün imkanları elinde olmasına karşılık görev dönemi süresince lükse, şatafata kaşan giyimi bir kenara bırakın doğru dürüst yaması olmayan bir elbiseyle bile gezmemiştir. Hele hele onun için anlatılan hilafet görevini yaptığı mekanda otururken hilafet gereği devletin işleriyle uğraştığı bir gece esnasında kendini ziyarete gelen özel dostunu ağırladığı sırada yaptığı davranış oldukça dikkat çekicidir. Yazılarını yazdığı yahut devlet işlerini gördüğü rahlenin üzerinde iki mum durmaktadır. Birisi yakın vaziyette olan mumun öteki sönüktür. Arkadaşını oturtmuş devlet işleri bitene kadar beklemesini söylemiştir. Devlet işleri bittikten sonra yanan mumu söndürmüş öbür mumu yakmıştır. Şimdi daha rahat konuşabiliriz. Bu mum devletin mumuydu onu devletin işlerini yaparken kullanıyorum. Bu benim kendi mumum kendi dostlarımla, kendi işlerimi bu mumla yapıyorum.
Bu davranışıyla devlet işlerini ve kendi işlerini hangi incelikte ayrı tuttuğunu gözler önüne sererken yöneticilerin İslami ölçüler ışığında nasıl davranması gerektiğini asırlar sonrasında bile ibret olabilecek şekilde Müslümanlar açısından örnek olarak ortaya koymuştur. Gel gör ki onun bu davranışı İslam yöneticiler açısından hiçte örnek olarak kabul görmemiştir.
Hele hele Emeviler devrinden başlayarak Abbasiler ve ondan sonraki tüm İslam devletlerinde özellikle Osmanlı devletinde yöneticilerin kamu mallarını kendi malı telakki etmesi ve istediği gibi kullanması adeti artık İslam’da iyice yerleşmiştir. Öyle olmalıdır ki Osmanlı dönemi yöneticilerinden kalan pek çok büyük hayır eserleri bile devlet parasıyla yapılmış, pek çok ibadethaneler, Selatin Camileri devlet parasıyla ama o parayı kullanarak yaptıran padişahların yahut diğer yöneticilerin adlarıyla anılarak kullanılmaya başlanmışlardır. Bu usul bugünde ülkemizde geçerlidir. Demokrasi denilen bir rejimle yönetilmemize rağmen hala bazı yöneticilerimiz ben demek devlet demek, devlet demek ben demek zihniyetiyle hareket etmekte bulundukları makam ister küçük olsun, ister büyük olsun yetkileri dahilindeki kamu mallarını kendi malıymış gibi kullanmakta sakınca görmemektedirler.
Hatta bazı din adamlarımız bile bu görüşü kabul etmiş olsalar ki onlarda görev yaptıkları mekânları aynı zihniyet aynı kabulle değerlendirmekte kendi yetki alanlarındaki kamu mallarından çıkar ve menfaat temin etmekte kusur etmemektedirler diye düşünmekteyim. İşte bu nedenle olsa gerektir ki ülkemiz çapında din yönetiminin merkezi, din yönetiminin idare merkezi durumundaki Diyanet İşleri Başkanlığı’mız kamu mallarının kullanımı konusunda kamu mallarının şahsi çıkar veya menfaat temini yolunda kullanılmaması yolunda böyle bir hutbeyi yayınlamak lüzumunu hissetmiştir düşüncesindeyim.
Bunda da haklıdır. Umarım bu hutbe ile ülkemiz sathında yöneticilerimiz başta olmak üzere insanımızı uyarmayı başarır. İnsanımızı İslami çizgileri aşmadan İslami ölçüler boyunda bir yaşam çerçevesi içerisinde yaşama dönmeye vesile olur. Bu konuda umudum her ne kadar az olsa da yine de yapılan böyle bir girişimin faydalı olacağı kanaatindeyim. Ama şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim. Diyanet Başkanlığı hutbe yoluyla başta yöneticiler olmak üzere tüm vatandaşlarına yaptığı tavsiyelere acaba kendisi de rivayet edecek midir? Diyanet İşleri başkanlığı personeli gerek merkez gerek taşra teşkilatları personeli olarak kendi kullanımları dahilinde bulunan kendi yetkileri dahilinde denetim ve gözetimleri dahilinde bulunan kamu mallarının yönetim ve kullanımı konusunda bu tavsiyelere ne derece uyabileceklerdir?
Öncelikle Diyanet İşleri Vakfı tekelindeki nakdi meblağın kullanımında veya bu vakfın denetimindeki emlak veya menkul malın kullanımında onlar bu hutbede yaptıkları tavsiyeyi gerçekleştirmeyi başarabilecekler midir? Çünkü bilindiği kadarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi pek çok bakanlığın bütçesinden daha büyük miktarda nakdi meblağ ihtiva ettiği gibi Diyanet Vakfı ve Cami dernekleri vasıtasıyla pek çok kamu malı veya meblağı onun denetiminde ve kullanımında bulunmaktadır. Umarım Diyanet İşleri Başkanlığı da bu hutbede İslam bireylere yaptığı tavsiyeler aynen rivayet etmektedir. Cami yapımlarında abartılı israfa gidildiği yolunda medya duyumları söz konusu olabildiği düşüncesiyle şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin kamu malları konusunda bu hutbede tavsiye edilen titizliği göstermediği düşüncesini taşımaktayım.
Yakın bir gelecekte bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lüks makam arabası kullanımı yolunda medya haberleri medyada yer aldığını düşünürsek bu düşüncemde de pek te haksız sayılmam diye düşünmekte mümkündür. Sözün kısası Diyanet İşleri Başkanlığı’mız son Cuma hutbesinde kamu malları konusundaki hutbeyle güzel bir toplum uyarısında bulunmuştur. Umarım bu uyarıyla en üst noktadaki yöneticiden en alt basamaktaki yöneticilere kadar tüm yöneticilerimiz gereken dersi çıkaracaklar, kamu malları kullanımında yolsuzluk, haksızlık şahsi menfaat temininden uzak durmaya yöneleceklerdir. Umarım yaptığı bu tavsiye ile yöneticilerimizi ve toplumumuzu uyaran Diyanet İşleri Başkanlığı’mız bu uyarının kendisini de bağladığının farkına vararak kendi icraatlarında da bu hutbenin vurguladığı kaideler hakikatler ölçüsünde hareket edecek ve icraatlar gerçekleştirecektir. Aksi takdirde zaten hutbeyi dinlediğimizde beynimizde uyanmaya başlayan “Kamu malları konusunda uyarı yapan Diyanet Başkanlığı kendisi bu uyarılara dikkat ediyor mu?” Şeklindeki sorunun kafalarımızı tırmalamaya devam etmesi beyinlerimizde artarak sürecektir.