Değerli Okurlarım,
Bugün Suudi Arabistan krallığı diye bilinen devlet aslında bir tarikat devleti başka bir deyişle Sünnilik ve Şiilik dışında tek başına bir mezhep olan vehabilerin kurduğu ve ayakta tuttuğu bir hanedan devletidir. Son günlerde Kudüs’ün İsrail’in başkenti kabul edilmesi konusunda çıkan tartışmalarda Kudüs’ün İslamların dışında herhangi bir dine mensup bir devlete bırakılamayacağı şeklinde beyanlar görülmektedir. Oysa İslamlar için Kudüs’ten daha önemli olan kutsal mekanların bulunduğu Mekke ve Medine gibi önemli şehirlerin tam manasıyla Sunni Akayitlere göre hareket etmeyen hatta türbelerin ve diğer kutsal yerlerin bizdeki gibi değerlendirilmesini ve korunmasını gerçekleştirmeyen hatta yasaklayan bu devlete karşı aynı tepkiyi göstermemek acaba yerinde bir davranış mıdır? İslam dünyasının bazı kesimlerinin mezhep dışı saydığı vehabilerin elindeki kutsal mekanlara İslam dünyasının Kudüs konusundaki ilgi ve dikkati göstermemesinin sebebi kaatımca rehabiliği ve suut ailesini tanımamaktan kaynaklanmaktadır düşüncesindeyim. Bu nedenle büyük çoğunluğu İslam olan toplumumuzun rehabilit denilen akayit sistemini tanıması için bilgilendirilmeye ihtiyaç vardır. Bu amaçla genel kaynaklara baktığımızda şu bilgiye rastlarız:
Hüseyin ibni Ali olarak da bilinir, (doğum 1852- ölüm 1931) " 1908 - 1916 " yılları arasında Mekke
Şerifi, 1916 - 1924 arası Hicaz Kralı.
1.Dünya Savaşında ardına ingilizleri alarak, Kanal, Yemen, Filistin, Hicaz vs. cephelerinde oluk oluk
Müslüman Türk kanı akmasına sebeb olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve arkadaşlarının sonları ne
yazık ki çok ibretli olmuştur.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin İngilizlerle anlaşarak Osmanlıyı arkadan vurmuş ve mükafat olarak da
ingilizler tarafından Hicaz Krallığına getirilmiş, daha sonra Vehhabiler tarafından alaşağı edilerek
ingilizlerin himayesinde Kıbrıs' a yerleştirilmiş ve hastalandığında da oğlu tarafından Amman'a
getirilmiştir.
Şerif Hüseyin 1854'te İstanbul'da doğdu. Hz. Muhammed'in (S.A.V) soyundan geldiği kabul edilen
Mekke şerifleri ailesindendir.
1908'de ikinci Meşrutiyetin ilanından sonra Hicaz valisi ve Mekke Şerifi olarak, Arabistan'a
gönderildi.
Arapların Osmanlı Devleti'nden ayrılmaları yönünde çalışmalar yapmaya başladı.
Şerif Hüseyin, oğlu Abdullah aracılığı ile Mısır'da ki İngiliz yönetimi ile ilişki kurdu, birinci Dünya
Savaşı sırasında ingilizlerden destek gördü ve ittihad ve Terakki' nin Türkçülük politikasını bahane
ederek Arap isyanını başlattı.
1915-16 yıllarında Arapların Osmanlı imparatorluğuna karşı ayaklanmaları durumunda ingilizlerin
kendi krallığını tanımasını istedi. 1916 yılında bağımsızlığını ilan ederek kendini Hicaz Kralı ilan etti.
ArabistanlI Lawrence ile birlikte isyana önderlik etti.
Oğullarından Faysal ise Suriye'de bulunan Osmanlı komutanı Cemal Paşa ile anlaşmaya çalıştı.
1916 ilkbaharında Cemal Paşa'nın Beyrut ve Şam'da devlete ihanetle suçladığı bazı Arap
milliyetçilerini astırmasının ve Osmanlı birliklerinin Hicaz demiryolunu denetimi altına almasının
ardından, Şerif Hüseyin krallığını ilan ederek, Haziran 1916'da Osmanlı Devletine karşı ayaklandı.
Arap birlikleri Hicaz demiryoluna saldırılar düzenlemeye ve Osmanlı birliklerine kayıplar verdirmeye
başladılar.
Bir yandan İngilizlerle çarpışan Osmanlı ordusu, Hüseyin'in oğulları komutasındaki Arap birliklerine
karşı da savaşmak zorunda kaldı.
Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra ihtilaf kuvvetleri, Ürdün'de kendilerine bağlı bir yönetim
kurdular.
İngiltere'nin, 1921'de Abdullah'ı Ürdün Emiri, diğer oğiu Faysal'ı da Irak Kralı yapması Şerif
Hüseyin'in Arap dünyasındaki otoritesini iyice sarstı.
Mart 1924'te, Türkiye'de halifeliğin kaldırılmasından sonra kendisini halife ilan ettiyse de Mekke'yi
kuşatan ibni Suud Abdülaziz tarafından krallığına ve halifelik iddialarına son verildi.
Şerif Hüseyin 1930 yılına kadar Kıbrıs'ta sürgün hayatı yaşadı. Bundan sonra Şerif Hüseyin, Ürdün
Emiri olan oğlu Abdullah'ın yanına gitti. Bir yıl sonra, 1931 yılında öldü.
Vehhabilik nedir
Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek
çalışmalarına alet oldu.
Eline geçirdiği, ibni Teymiye’nin Fhl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş,
(Şeyh-i necdi) diye meşhur olmuştu. Düşünceleri, İngiliz paraları ve İngiliz
silahları karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin
Süud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile
Hempher’in yalanlarının karışımına Vehhabilik denir.
Mirat-ül-Haremeyıı kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri,
Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin çoğu Mirat-ül-Haremeyn den
alınmıştır:
Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki
âlimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış,
herkese, bununla konuşmamasını nasihat etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab
oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve askeri
yardımları ile, Arabistan’a yayıldı.
Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin Muhammed bin Süud ilk
vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk,
doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa
Deriyye hakimi Muhammed bin Süud’un hoşuna gitti. Cahiller ve
vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen
yanaştılar. Doğru yolda olan halis müslümanlara kâfir dediler.
Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine
başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve
Londra’dan aldığı emirleri yaymak için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve
işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı.
İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek,
canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed
bin Süud’a asker olmak için yarış ettiler, Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el
ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına,
kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar
verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu,
otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.
Bu bilgilere göre kendileri dışındaki İslam camiasını kafir sayan vehhabilerin ne derece müslüman olduğu tartışmalıdır diye düşünmekteyim. Hal böyleyken İslam dünyası kendilerini kafir kabul eden vehhabilerin elinde bulunan kutsal mekanlar konusunda neden endişe duymadığını Kudüs’ün İsrail’in eline geçmesine sebep olacağını düşündüğü Kudüs’ün İsrail’in başkenti sayılması şeklindeki ABD kararına duyduğu ilgi ve tepkinin dörtte birini bile hissetmemesi, düşünmemesi anlaşılacak bir davranış değildir düşüncesindeyim.