Değerli Okurlarım,
Rejim değiştirmek maksatlı yeni bir seçimden çıkmış bulunmaktayız. Daha doğrusu anayasa değişikliği amaçlı yapılmış olan son referandumun nazari olarak ortaya koyduğu Cumhurbaşkanlığı rejimi denilen sistemi hayata geçirmek amacıyla gerçekleştirmiş bulunduğumuz bir seçimin bitimini yaşamaktayız. Gerçi bu seçimin tam manasıyla bitmiş olduğunu söylememiz resmi sonuçları almış olmadığımızdan bir oranda doğru olmayabilecektir. Belki Cumhurbaşkanlığı açısından 2. Tur seçimin yapılması söz konusu olabilecek, buna gerek kalmasa bile belkide iktidar elini rahatlatmak amacıyla yeni seçimler ihtas edebilecektir.
Seçim sonuçlarının detaylı değerlendirmesine girmeden cumhurbaşkanlığı rejimi sisteminin getirilerine ve götürülerine değinmeden yaradılıştan günümüze gelene kadar Türk milletinin yaşadığı, geçirdiği yönetim sistemlerine değinerek Cumhurbaşkanlığı rejimi denilen rejimin yaşanmış eski yönetim sistemleriyle benzerlik veya farklılıklarını ortaya koymanın toplumumuz açısından faydalı bir bilgilendirme olabileceğini düşünmekteyim.
Tarih içindeki Türk milletinin yaşadığı yönetim sistemlerini rejim sistemlerini irdelediğimizde ilk rejim sistemi olarak monarşik rejim denilen tek adam yönetimlerinin karşımıza çıktığını görmekteyiz. Söz konusu olan Türk toplumunun büyüklük küçüklüğüne göre kapsadığı kitlelerin azlık çokluk durumuna göre yöneticilerinin ismi değişse de ana kaide olarak yönetim sistemi yani rejim mutlaki monarşiktir.
Yöneticinin adı Obabeyi, Boybeyi, İdikut, Tanhu, Han, Kağan, Şah, Sultan, Padişah olması hatta dinsel mahiyette halife, imam olması rejim sisteminin ana kaidelerini değiştirmeyecektir. Yönetimin başındaki tek adam başında bulunduğu kitleyi kendi istekleri, emirleri, direktifleri uyarınca yönetecek, yönetilenlerin yönetim sistemi içerisinde hiçbir zaman söz hakkı olmayacaktır.
Gerçi yönetilen kitlenin devletin etnik yapısına yönetilen sahanın coğrafi şartlarına göre toplumu veya devleti yöneten tek adamın emri altında onun emirleriyle ona karşı sorumlu olarak kitleyi ve devleti yöneten bir yönetim teşkilatı oluşacak hatta ona bağlı olmak şartıyla onun adına belirli bölgeleri yöneten alt birimlerin başında bulundukları saha için tek adam mahiyetinde ikinci ve üçüncü kademe yöneticiler de ortaya çıkabilecektir.
Bu tür yöneticilere yabgu, bey gibi unvanlar verilse de onların tek adamlıkları en baştaki tek adam karşısında söz konusu olamayacağından tek adamlıkları sadece kendi yönetim sahaları için geçerli olacaktır.
Tek adam yönetiminin böyle bölgesel birimlere ayrılması söz konusu ana rejimi feodal ve federal bir yapıya götürmüş olacağından ana rejim feodal ve federal monarşik bir rejim durumuna gelmiş olacaktır.
İşin bir diğer yönü ise bu tür bir tek adam rejiminin başında bulunan kişi kendini Tanrı'nın iş başına getirdiğine ve kendisinin Tanrı' nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inandığından ve tebasının da buna inandırılmış olmasından dolayı bu rejim aynı zamanda dinsel mahiyetli bir başka tabirle laik olmayan bir rejim mahiyetine de gelebilmektedir. Bu yüzdendir ki Türk milleti ilk kurduğu Büyük Hun Devletinden itibaren yaşanan bütün Hun devletlerinde Göktürk devletlerinde Avar, Uygur, Bulgar, Kıpçak, Peçenek gibi Türk kavimlerinin devletlerinde hep bu rejimi yaşamışlardır. İslamiyetin kabulünden sonra kurulan ilk Türk devleti olan Karahanlılar ve Gaznelilerden itibaren ise Türk devletlerini toplumlarını yöneten tek adamlar yani sultanlar veya padişahlar artık Tanrı'nın yeryüzünde ki temsilcisi olarak yönetim gerçekleştirmekten çıkmış İslamiyetin peygamberi Hz. Muhammed'in vekili olan halife veya imamlardan aldıkları yetki ve icazetle devletlerini ve tebalarını yöneten sadece kendi sahaları için tek adam durumuna gelmiş dinsel yetki ve haklarını kaybetmiş yöneticiler durumunda olmuşlardır.
Şunu vurgulamak isterim ki sözünü ettiğim tek adam rejimi diye isimlendirdiğim bazen feodal ve federal bazen merkeziyetçi olan bu monarşik sistemin oluşumunda veya işlerliğinde Türk halkının Türk milletinin hiç bir zaman hiç bir şekilde söz söyleme hakkı olmamıştır. Türk milleti sürekli hanedanların, tek adamların yönetiminde yaşamış onların isteklerini ve arzularını yerine getirmiş bu uğurda kanını döküp, canını vermekten geri durmamış, geri bırakılmamış, kurtulamamıştır.
Şunu hemen vurgulamak istiyorum ki bu rejim tek adamın yanında bazı meclis denilen oluşumlara da yönetsel açıdan yer vermişse de divan yahut kurultay denilen bu meclislerin aldığı kararlar devleti yöneten tek adamın üzerinde baskı kuracak etki edecek kararlar olamamış bu meclisler sadece tek adamın danışma meclisi olmaktan öteye geçememişlerdir. İslamiyet'in kabulünden sonraki dönemlerde olsun devlet genişleyip imparatorluk haline döndüğünde teba kozmopolitleştiğinden bu rejim Türk milleti açısından ulusal olmaktan milli olmaktan çıkmış özellikle İslamiyet'in kabulünden sonra devleti yöneten tek adamın tebayü ümmet görme anlayışı nedeniyle devlet ulusal devlet olmak yerine ümmetçi bir devlet rejimi durumuna gelmiştir.