Biz Türkler tarih boyunca en fazla devlet kurmuş ve yaşatmış bir millet olmayı gerçekleştirmemize karşılık bugünkü devletimize gelene kadar hiçbir zaman kurduğumuz devletleri halkımıza yönettirmemişizdir. Bir başka deyişle biz Türkler bugüne kadar yani bugünkü devletimize gelene kadar halkımızın kendi kendini idare ettiği bir sisteme dayalı yönetimle yönetilen devlet kurmayı gerçekleştirememiş bir milletizdir.
Evet, daha önce de belirttiğim gibi biz Türkler dünyanın soğuk sıcak bütün iklimlerinde dağlık, ovalık bütün arazilerinde aşağı yukarı eski dünya karalar topluluğu dediğimiz kıtalar topluluğunun hemen hemen her sahasında yurt bulup devletler kurmuş bir milletizdir dediğimde kanaatimce hata yapmış sayılmam.
Gerçi biz Türklerin varlığı sadece eski dünya karalar topluluğu dediğimiz sahada Asya, Avrupa ve Afrika’da olmak şeklinde sınırlı kalmamış Amerika ve Okyanusya kıtalarında da varlığımızı hissettirebilen milletimize dâhil olduğu iddia edilen insan grupları da görülebilmiştir. Nitekim Amerika kıtasındaki bazı Kızılderili kabilelerinin ve onlar tarafından kurulduğu belirtilen İnka, Astek, Maya, Toltek gibi uygarlıkların Türklerle etnik bağları olduğu bugünde ileri sürülebilmektedir. Yine aynı şekilde Okyanusya bünyesindeki bazı yaşam sahalarındaki insan kitlelerinin de biz Türklerle bağlantısı ileri sürülebilmektedir.
Eğer bu iddiaları doğru kabul edersek yukarıda da belirttiğimiz iddialarımızın doğruluğunu bir kez daha kesin olarak şüphesiz vurgulamış oluruz.
Bütün bu bilgiler bir yana gerçekten bir millet olarak tarihin en eski çağlarından başlayarak dünya üzerinde pek çok devletler kurmuş ve yaşatmış bir millet olduğumuzu açıkça belirtmiş oluruz. Ama ne var ki bu kadar köklü tarihimize köklü devlet kuruculuğumuza rağmen nedense halkın kendi kendini idaresine yer veren kabaca demokrasi diye adlandırılan rejime dayalı devlet kurmaya hiç önem vermemişizdir. Bunun sebebi ne olabilir? Neden demokrasi ve bunun gereği rejimler milletimizden uzak kalmış, devletimiz hep bu rejimlere ters düşen rejimlerle yönetilmiştir.
Bu soruya cevap vermeden önce hemen şunu vurgulamak isterim ki biz Türklerin kurduğu devletlerin yönetim şekli daima mutlakıyet sistemi dediğimiz rejimlere göre gerçekleştirilmiştir. Kurduğumuz devletlerin başında çoğunlukla han, hakan, padişah dediğimiz yöneticiler yer almış bu unvanlarla başında bulundukları devletlerimizi hep keyfi idareleriyle yönetmişlerdir.
Şunu da belirtmek gerekir ki demokrasinin beşiği olarak bazı kaynaklar Anadolu’daki şehir devletlerinde kurulan Cumhuriyet denilebilecek idarelerle başladığını belirten kaynaklar vardır. Gerek Yunanistan da gerek batı Anadolu kıyılarındaki şehir devletlerini kuran Yunanistan da Miken ve Dor Anadolu’da İon, Eol ve Karya bölgelerindeki şehir devletlerinde bugün doğrudan demokrasi dediğimiz devleti oluşturan halkın direkt kanunları çıkarıp uygulayan, kendilerini yönetenleri birey olarak seçen cumhuriyet denilen rejimleri ortaya koyan uygarlıkların halklarını Türklükle bağları olduğunu ileri süren kaynaklar da vardır. Bu kaynaklar bu kitlelerin Orta Asya’dan göç ettiğini belirtmelerini esas alırsak biz Türkler aslında demokrasiye, Cumhuriyet rejimine temelde ters düşen millet olduğumuzu söylememizde hatalı olmayacaktır kanaatindeyim.
Mutlaki rejimlerde yani hanedan rejimlerinde iş başında olan yöneticilerin yönetme hakkını onlara devletin başında olma ve devleti yönetme hakkını veren kuvvet, çoğunlukla milletimize mensup kitlelerin hak verdiği, haklı gördüğü ve yönetim açısından hak sahibi tanıdığı, bir hanedana mensup olmaları sağlamıştır.
Milletimizin asırlarca süren inancına göre bu hanedan Tanrı’nın kendilerine milleti yönetme hakkı verdiği bir aile, bir insan grubudur. İşte devleti yönetecek birey yani han ve hakanlar bu ailenin görevlendirmesi şartıyla Türk Devletini yönetmek, Türk Milletinin kaderine hâkim olabilmek hakkını bu aileden alabilmektedirler.
Bu nedenle Büyük Hun Devletinden başlayarak belki de ondan önceki Türklüğü tartışmalı, İskitlerden ve bazı kaynaklarda onlardan da önce varlıklarından bahsedilen Ön Türklerden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar daima bütün Türk Devletleri mutlaki rejimle yönetilmiş hep başlarında hanlar, hakanlar, padişahlar yer almıştır ve Türk Milleti bu hanedanlarla ve hanlarla o kadar özdeşleştirilmiştir ki kendiyle övünmeyi unutmuş bu hanların hakanların icraatlarıyla övünmeye, onlarla kendini yüceltme gayretine önem vermiştir.
Bu nedenledir ki Türk Milleti yıllarca Meteleri, Atillaları, Bumin Kağanları hatta onlardan önce efsanevi Oğuz Kağanı, Alper Tungayı alkışlamayı tercih etmiş ve onların tarihini kendi tarihi kabul etmiştir. Ancak zaman ilerleyip Türkler İslamiyet’i kabul edince durumda biraz değişiklik olmuştur. Bu kez yine devlet yönetimi hanların, hakanların, padişahların elinde olsa da artık bu yöneticilerin devleti yönetmesinde kendilerine yetki veren güç ve makam olarak İslam dininin başı durumunda olan Hz. Muhammed’in sözüm ona vekili olan halifelerin ve imamların, İslam peygamberi adına hüküm veren makamda oturan kişinin olduğunu görmekteyiz. Bu nedenledir ki artık Türk Devletlerin de İslam kültürü adı altında bir Arap kültürünün de Türk Devletlerini etkilemeye başladığı bir dönemin başladığını söylememiz yerinde olacaktır düşüncesindeyim. Devam edecek…