SON DAKİKA
Hava Durumu

15 TEMMUZ DARBESİNİN GEÇMİŞ TARİHLİ BENZERİNİ GÜNÜMÜZE AKSETTİREN BİR ABİDE

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:49

Yapımı, yapıcıları ve tarihçesi hakkında bilgi verdiğimiz Hürriyet Abidesi’nin biz Türk kamuoyuna anlattığı bir hikâyesi vardır. Bu hikâye tarihimizde 31 Mart Vakası olarak adlandırılan şeraitçi yobazların, din istismarcılarının, tarikatçıların, kaba softaların kandırdıkları askerleri kullanarak yeni kurulmuş Meşrutiyet yönetimine karşı giriştikleri bir askeri darbe harekâtıdır. Bu nedenle Hürriyet Abidesi bize geçen 15 Temmuz tarihinde yaşadığımız darbe teşebbüsünü Osmanlı devrinde yaşanmış ilk örneği olan 31 Mart vakasını anlatan bir abide durumundadır. Biz Türk kamuoyunu, Türk milleti olarak Hürriyet Abidesi’ne baktığımızda, onu değerlendirdiğimizde 31 Mart vakasını gözümüzün önüne getirmeli, o olayda şeriatçıların, tarikatçıların, din istismarcılarının, radikal dinci rejim taraftarlarının yahut öyle gözüküp çıkar temin edebilecekleri rejim peşinde koşanların milletimizin bireylerini hatta askerlerini nasıl kandırıp ülkemizdeki demokratik rejimlere karşı, parlamenter rejimlere karşı darbe yapmaya yönlendirebileceklerini görebilmeli, hesaplayabilmeliyiz. Bir başka deyişle Hürriyet Abidesi’ne bakıp 31 Mart vakasını hatırlamalı, ondan aldığımız ibret ve dersle yeni 31 Mart vakalarını onun Cumhuriyet dönemindeki benzeri olan 15 Temmuz darbe teşebbüsü gibi girişimleri ortaya çıkaracak zeminleri bu tür olaylar oluşmadan ortadan kaldırmalı, bu tür olaylara yaşamımızda ve tarihimizde yer vermemenin çarelerini bulabilmeliyiz. Bunun için Hürriyet Abidesi’nin bizlere aksettirdiği, aksettirmeye çalıştığı 31 Mart olayını genel kaynaklardan irdelediğimizde şu bilgilere rastlarız:

31 Mart Vakası (31 Mart Olayı ya da 31 Mart Hadisesi), II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanmadır. Rumî Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.

On üç gün süren ayaklanma, II. Meşrutiyet döneminin en önemli olaylarından biri olarak kabul edilir. Askeri bir isyan olarak ortaya çıkmasına rağmen isyana dahil olan softaların propagandaları sonucu sonradan dinî bir hal almıştır. Sebepleri tam olarak belirlenemeyen bu olayın planlı ve bilinçli bir hareket olup olmadığı kesinlik kazanmamıştır. İsyanın ilk günü hükûmet istifa etmiş, isyancı askerler yedi gün süre ile İstanbul'a hakim olmuştur.

Bir milletvekili, bir Nazır ve tespit edilemeyen sayıda asker ve sivilin hayatını kaybettiği isyan, Selanik'te bulunan Üçüncü ve Edirne'de bulunan İkinci Ordulara mensup askerlerin oluşturdukları, Rumeli halkının gönüllü katıldığı “Hareket Ordusu”’'nun İstanbul'a gelmesi ile bastırıldı. Üç gün süren çarpışmaların ardından sıkıyönetim ilan edildi; padişah II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Mehmed Reşad tahta çıktı. İsyana katılanlar ve destekleyenler yargılanarak 70 kişi idam edildi, 420 kişi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.

Olay kimi arşiv belgelerinde “hareket-i irtica”, “hadise-i irtica”, kimi belgelerde de “hadise-i ihtilaliye”, “hareket-i ihtilaliye”, “harekât-ı iğtişaşiye” ve “vakıa-i ihtilaliye” tabirleri ile ifade edilmektedir. Türk siyasi tarihine irtica kavramının, bu olay ile birlikte girdiği kabul edilir.[4] Ancak kimi araştırmacılar olayı bir irtica ayaklanmasından ziyade amacına ulaşamayan bir askeri darbe girişimi olarak değerlendirilir.

31 Mart Vakası'nda ölenlerin anısına İstanbul'da Abide-i Hürriyet adıyla bir ulusal anıt inşa edilmiştir.

İsyanın Ortaya Çıkışı

Rumeli'den İstanbul'a getirilip Taşkışla’ya yerleştirilmiş olan 4. Avcı Taburu, 12-13 Nisan 1909 gece yarısı (Rumi takvimle 30 Mart'ı 31'e bağlayan gece) başlarında çavuşları olmak üzere ayaklanmış ve kışladaki komutayı ellerine geçirerek bazı subayları hapsetmiştir. Sabaha doğru askerle kışladan çıkıp Ayasofya Meydanı'na ilerlerken isyan diğer kışlalara da yayıldı. Sayıları 5-6 bini bulan askerler, "şeriat isteriz, padişahım çok yaşa" sözleriyle meydanda toplandılar. Onlara katılan yüzlerce hoca ve medrese öğrencisi de gelerek mektepli subayların orduyu frenkleştirmeye çalıştıkları, bütün bunların İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başı altından çıktığı, din hükümlerinin ayaklar altına alındığını ifade eden konuşmalar yaptılar.

Ayaklanmacılar, kalabalığın artmasından sonra meydana yakın bir mesafedeki Meclis binasını kuşattılar. Hükûmetten Harbiye Nazırının ve Mahmut Muhtar Paşa’nın görevlerinden alınmasını, eski Harbiye Nazırı Nâzım Paşa’nın yeniden göreve getirilmesini istediler. Şeyhülislam Ziyaettin Efendi'yi aracı kıldılar. Kısa bir süre içinde İstanbul'un tüm semtleri isyancı erler tarafından kontrol altına alındı. İsyancıların isteklerinin kabul edildiği kararını alan Osmanlı kabinesi bunu isyancılara ulaştırmaya çalışırken isyancılar kuşattıkları meclis binasın işgal ettiler. Adliye Nazırı Nâzım Paşa, Ahmed Rıza Bey'e benzediği için; Lâzkiye Milletvekili Aslan Bey de Hüseyin Cahit Bey sanılarak öldürülürken, Bahriye Nazırı Rıza Paşa ağır yaralandı. Milletvekilerinin öldürülmesi, Şurayı Ümmet ve Tanin basımevlerinin yağma edilmesi üzerine padişahın isteği ile kabine istifa etti. İsyancıların görüşleri doğrultusunda 14 Nisan 1909'da Tevfik Paşa Kabinesi kuruldu ve göreve başladı.

“Aff-ı Şahâne" adı verilen genel af ilan edildi ancak umulduğu gibi isyancıların zorbalığı sona ermedi. Aralarında Şerif Sadık Paşa ve Katibi Esat Bey, Süvari Teğmeni Selâhattin Mümtaz ve Üsteğmen Yusuf Nurettin’in bulunduğu bazı subaylar öldürüldü. İsyancıların İstanbul içerisinde küçük gruplar halinde dolaşarak silah atmaya, Türk kadınlarının Beyoğlu'na çıkmasına engel olmaya, Frenk gömleği giyen kimseleri tartaklamaya başladıkları görüldü. Asâr-ı Şevket Zırhlısı Kaptanı Deniz Binbaşılarından Ali Kabuli Bey'in, kendi gemisinin erleri tarafından sokaklarda sürüklenip, Yıldız Sarayı'na kadar götürülerek Abdülhamit'in gözleri önünde öldürülmesi, isyancıların en vahşi eylemlerindendi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.