Yunus Emre’nin yetiştiği yüzyılda Türkçe Arap ve Acem dillerinin bakısı altındadır. Yunus Emre aynı sorunla karşılaştı. Zira Türk halk edebiyatının dili, Müslüman ideolojisinin dili değildi, İslam uygarlığını anlatmaya yetmiyordu. Yunus Emre bilinçli olarak Arapça’nın ve Farsça’nın gramer kurallarını kullanmamaya özellikle dikkat etti.
Yunus Emre, ilkin yabancı kelimeleri Türkçeleştiriyor. Mesela, Farsça “guş” demiyor, “KULAK” diyor, “çeşm” demiyor, GÖZ” diyor.
Yunus Emre, dil reformculuğunda daha ileri giderek, Farsça’dan yararlanıp Türkçe deyimler üretiyor. Yine örnek verecek olursak:
Farsça Türkçe
--------- ----------
Be zeban averdan Dile getirmek
Kemer besten Bel bağlamak
Dem zeden Dem vurmak
Cefa keşiden Cefa çekmek
Gussa harden Gussa yemek
Yunus Emre Türkçe sözlerinin yanında bazen, “Bahadır, züht, mülk, mutlak, hicap, zinhar, tahammül” gibi nice yabancı sözcüğü kullanmaktan da çekinmiyor. Böyle olsa da; Yunus Emre, kendi zamanında kentlerde gelişen yazılı edebiyatın dilini halk diline yaklaştırmak, halk diliyle zenginleştirmek için, bilinçli bir çalışma yapmıştır. Bu çaba Yunus’un şiir dilini halkın anlaması sonucunu vermiştir. Onun reformculuğu bu çabadaki ölçülü davranışından gelmektedir.
Ve, İlhan Başgöz’ün Cumhuriyet yayınlarından “Yunus Emre” isimli kitabından istifade ederek yazdığımız bu yazılı sohbeti, yine aynı eserin bir şiiriyle tamamlayalım:
“Ben dost ile dost olmuşam
Kimseler dost olmaz bana
Münkirler bakar gülüşür
Selam dahi vermez bana
Ben dost ile dost olayım
Ölmezden evvel öleyim
Canımı kurban vereyim
Dünya baki kalmaz bana…”