Sütçü kadın koymuş süt güğümünü başında simidin üstüne,
kundurası topuksuz, sıkmış kuşağın da düğümünü,
kısacık da giyinmiş, çevik olmuş bütün bütüne,
hızlı hızlı gidiyordu.
Kazasız belasız varırım şehre elbet, diyordu.
Bir yandan da hesap ediyordu:
Sütün parasıyla yüz yumurta alır,
tavukları üç kere yatırır kuluçkaya,
onlara öyle bakar ki herkes hayran kalır.
“-Öyle ya, diyordu, öyle ya,
evimin etrafında beslenir piliçler.
Tilki de aç gözlülük etmezse eğer,
bana kalanları satıp bir domuz aldım demek.
Şişmanlatırım onu, zaten yediği ne? kepek.
Satın aldığımdan bir kat daha şişmanlar.
Elime bol para geçer onu sattım mı tekrar.
Bu parayla gider
bir inek alırım buzağıyla beraber.
Buzağı da başlar mı sana sıçramağa…”
Öyle olmuştu ki kadın, başladı o sıçramağa.
Süt döküldü. Buzağı, inek, domuz, kuluçka
Elveda, hepinize elveda...
Zavallıcık öfkeyle baktı bu hale:
bütün hayallerini toprak emmişti bile.
Gitti kocasından özür diledi bayan.
Bu işte dayak yemek de var ona.
Kalmadı meseleyi köyde duymayan,
"süt güğümü” diye bir de lakap taktılar ona.
Bu hikayeyi gayetle iyi anlar: Dereyi görmeden paçayı sıvayanlar.
Nazım Hikmet, La Fontaine'den masallar adlı kitabında, şiirsel bir anlatımla anlatır yaşamımızdan olan öykülerini. Umarım, bu alıntımızı beğenirsiniz..
Şimdilik, bir başka yazımızda buluşmak dileğiyle
ESEN KALIN