Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’a Osmanlı sadrazamlarından en hırsızı Rüstem Paşa talip olmuş.
Rüstem Paşa o tarihte Diyarbakır Valisi. Padişah oraya bir hekim gönderip, “Bu adam cüzzamlıdır” iddiasının doğru olup olmadığını öğrenmek istemiş… Hekim, Diyarbakır’a gitmiş ve Rüstem Paşa’nın kürkünün yakasında bit dolaştığını görmüş. O dönemin inancına göre Cüzzam hastasında bit gezmezmiş. Padişah da buna inanmış, kızını Rüstem Paşa’ya vermiş…
Halk hemen yakıştırıp yapıştırmış:
Olacak bir kişinin bahtı kavi,
Talihi yar
Kehlesi dahi mahallinde işe yarar.
Kehle’nin “bit” olduğunu yazarsak halkın ne demek istediğini anlarsınız.
***
BİLİR bilmez her işe burnunu sokup, başı derde girince de “Ah kaderim, vah kaderim!” diye dövünenlere de en güzel cevabı Mehmet Akif Ersoy verir:
“Kadermiş, öyle mi?
Haşa bu söz değil doğru.
Belanı istedin, Allah da verdi…
Doğrusu bu.”
***
Ya buna ne dersiniz?
Her değişikliğin ona da yarayacağını sananlar, her seferinde heyecanlanıp körü körüne heyecanla biat edenler, sonra da iç baş çuval gibi çökenler ve başlarını dövenler…
Neyzen Tevfik’in dediği gibi:
“Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti.
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti.”
Niye, niçin böyle?
Tevfik Fikret cevabı verir:
“Beşerin böyle delaletleri
Putunu kendi yapar, kendi tapar.”
Bu işler nasıl olacak? Bu işler ne zaman düzelecek? Yıllardır bu sorular sorulur da, bir türlü yanıt bulunamaz. Halbuki, 17. Yy da Padişah 3. Mustafa demiştir ki:
“Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele
Devlet çarh-ı deni verdi kamu müptezele
Şimdi erbab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem yezele.”
Evet, ne yazalım, ne çizelim derken, yine girdik çıkılmaz bir kuyunun içerisine. Biraz ordan, azıcık burdan derken, yine bir şeyler anlatmaya çalıştık ama anlayana da aşk olsun, anlamayana da…