Bizim kuşağın nüfusa oranı artık yüzde 5-6 civarında…
Futbolda eskilerin 18’in içi dediği kaleye yakın ceza çizgisinin çoktan içine daldı gibi bizim kuşaktakiler. Her yıl git gide sertleşerek çekilen şutları ne kadar kurtarmaya çalışsak da bir gün bu şutlardan biri delip geçecek yaşam ağlarımızı…
GOOOL!
Bu güne dek tek bir şeyi biliyorum ve kendime soruyorum:
“Neden bu kadar hızlı çıktım yaşam merdivenini?” diye. Sonra kendi kendimi teselli edercesine “Öğretmen olduğun için, çalışmayı sevdiğin, gençlerle uğraş verme nedeniyle anlayamadın yaşam merdiveninin hangi basamağına geldiğin.” diyorum.
Büyümeden yaşlanmış olmaya da pek alışık değil insanlar. O nedenle, gerek bürokratik hiyerarşinin gerek bunun dışında kalan yaşam hiyerarşisinin çarpık tahtaravallerinde nasıl takılmadıysak genç-yaşlı hiyerarşisinin lehimdeki basamaklarına da tırmanmak o kadar kolay olmayacak gibi…
Nasıl “gençlik” kişisel bir çabanın etiketi değilse, yaşlılık da öyle…
Necip Fazıl bir şiirinde şöyle der:
“Geçen dakikalarım
Söyleyin neredesiniz?
Yıldızların, korkarım
Düştüğü yerdesiniz…”
Doğrusunu söylemek gerekirse, bilerek veya bilmeyerek yaşam merdivenindekini inişli-çıkışlı yazgıyı değiştirmek elimde olsaydı, değiştirebilir miydim, inanın onu da bilmiyorum.
Bundan sonra 75’e “merhaba” derken, yaşam topunun, yaşam ağları ile buluşmasını engellemeye çalışarak, iyi bir kaleci olduğumu ispatlayabilecek miyim?
Schopenhauer, “İnsanın 40 yaşına kadar geçen zamanı bir kitap, geri kalan yılları da o kitabın eleştirmesidir.” diyor.
Ne derece doğru veya yanlış olduğu konusunda enseyi karartmaya çalışarak;
Merhaba 75 YAŞIM!
Merhaba YAŞAM!