güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

AŞKIN KIYISINDA

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:48

Yine bir gece gözleri uyku yüzü görmemiş, derin düşüncelere dalmış vaziyetteyken sabah güneşinin yüzüne vurmasıyla kendisine geldi. İçinden geçenleri değerlendirmeye başladı. Artık düşüncelerine göre hareket etmek istiyordu. Kendisini bir yolculuğa çıkmış gibi gezindiğini hissetti. Ona hayatın sunduğu tüm haklarından vazgeçmeyi düşündü. Çünkü yaşadıkları hep kendi nefsini besleyen arzu ve ihtiraslarından ibaretti. Artık bunlar kendisine rahatsızlık vermeye ve tatmin etmemeye başlamıştı. Bu bıkkınlığın sebebini kendisine sorduğu anda kalbinin değişik bir şekilde sızladığını fark etti. Neydi bu sızı? Bu sorunun cevabını bulamak için bir arayış içerisine girdi. Zira bu değişik bir sızıydı, o ana kadar hiç yaşamadığı bir şeydi. Çok geçmeden kalbinin derinliklerine biraz daha inince üç harfli bir kelime ile karşılaştı. Hayatının bu kadar fırtınalı geçmesine rağmen böyle bir şeyle ilk kez karşılaşmıştı. Bu sızı aşk sızısı mıydı gerçekten? Başlangıçta buna bir anlam veremedi, adeta afalladı ve yüreğine seslenerek, ‘bu aşk mıdır?’ diye sordu. Öyle ya aşk kelimesini duyduğu anda bile köşe bucak kaçan, aşık olmayı reddeden biri bu duyguyu nereden bilecekti. Eğer bu aşksa daha ne kadar daha bundan kaçabilecekti ki, artık aşktan kaçış yoktu. O günü kadar tarif edemediği bu tuhaf duygu kalbinin bahçesinde çoktan uç göstermeye, filiz vermeye başlamıştı. Bu duygu, davetsiz misafir gibi gönül kapısını çalmış, içeri girmiş ve ev sahibi olmuştu bile.

Bir an kendini sanki yüreğinde bağlama eşliğinde yanık bir türkü, bir mesnevi okunur gibi buldu. Farklı duygular tadıyordu. Ona ilk defa bu duyguyla tanışma fırsatı veren neydi, düşündü ama bulamadı. Çünkü bu duygunun tecrübesine sahip değildi. Bu yüzden aşk, onun hayatında ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Belleğinde henüz karşılığı olmayan bir kelimeydi ve yaşanarak belleğine işlenecekti.  Kalbi artık aşkın ritmiyle atmaya başlamıştı. Aşk, ona ne anlatıyordu? Ne hissettiriyordu? Daha aşkın kıyısındaydı. Kalbine sevdiğinin aşkını yeni yeni döşüyordu. İlk önce O’nun gülüşü düşmüştü, sureti düşmüştü, içinin güzelliğinin dışa vurulmuş hali düşmüştü… Aşk bir düş halinden çıkmış gibiydi.

                Hissettiği her şeyi gönlüne naklediyordu. Su misali akıp giden zaman içinde, ona uzaktan tebessümle bakıyor ve kalbinin derinliklerinde onu yaşatıyordu.  Uzaktan sadece bakıyordu sevdiğine aşkını içinde yaşatıyordu. Gelip gittiği saatleri takibe alıyormuş gibi, pencereden usulca ne zaman baksa onu görüyordu. Söyleyemiyordu ona, onu nasıl sevdiğini, değer verdiğini; onun, sevdiğine sevgisini söylemesi içinde yaşattığı aşkın tılsımını bozacakmış gibi geliyordu. Zaten yeni yeni tanıştığı bu aşk duygusundan kendince bu şekilde uzaklaşmakta istemiyordu. Kaldı ki, bu aşk nasıl anlatılırdı ki? Hayatı boyuncu böyle bir olgu ile hiç karşılaşmamıştı. Kendisi bundan önce günlük yaşar bitirirdi yaşadıklarını. Ama bu durum başkaydı. Sevmeyi, değer vermeyi daha iyi anlıyor, içinde yaşatarak yepyeni anlamlar kazandırıyordu.

                Sadakat duygusu aşkın ikiz kardeşiydi o da çıkageldi. Düşündü evet ona çok sadıktı. Yüzüne bakarak içinden, “Kayboldum yüreğinin en derinliklerinde kayboldum” diyerek seslendi kendine. Aşkın kıyısına demir atmak bu olsa gerekti.

Düşündü, aşk anlatılamayandı.

Düşündü, aşk kalbin ve bakışların diliydi.

Düşündü, aşk bir olana giden yolda yapılan saf dua idi.

              Ona bakınca, yüreğinin derin sancısı azalıyordu sanki.

Söylemek belki dilin işiyse, anlamak kalbin işidir, dedi kendi kendine. Sonra tekrar oturdu ve Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şu dizelerini okumaya başladı kendine.

Ben senin en çok gözlerini sevdim

Kâh çocukça mavi kâh, inadına yeşil

Aydınlıklar esenlikler, mutluluklar

Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil. 

 

Ne de güzel anlatmıştı sevmeyi, bir insanın gözleriyle anlatabileceğini. Kalabalık düşüncelerden, uzak diyarlara sessizliğe göç etmek için önce mutluluğun resmini yüzüne çizerek saklı kalmış benliğiyle yüzleşme vaktinin geldiğini ona beslediği sevgiye borçluydu. Artık aşkın kıyısına demir atmıştı. Bu duyguyu tatmıştı bir kere. Bundan kaçışta artık mümkün değildi.

Her insan yüreğinin, ruhunun kapasitesine göre sever. Sevmenin ve sevilmenin; ırkı, dini, mesleği, zenginliği, fakirliği yoktur. İnsan, insanın her türlüsüne sevgi besleyebilir. Ama ne olursa olsun insan sevgisini karşısındakine en güzel bir şekilde aktarmalı. Aşk sevginin has bahçesi ise kimse bu bahçeyi talan etmemeli dostlar….   

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.