Çoğu kez, gerçekleri oldukları gibi değil de, onları olmasını istediğimiz gibi gördüğümüzden dolayı en ufak bir sarsıntıda kolaylıkla yıkılabiliyoruz.
Etrafımızdaki olaylara bakıp kendi çerçevemizde değerlendirmemiz sonucunda, çoğu zaman oluşan “zannetme” faktörü yüzünden, hem kendimize hem de sevdiklerimize zor zamanlar yaşatmışızdır...
Aslına bakarsanız kendimizde dahil olmak üzere, insanlar, olaylar, geniş anlamda cereyan eden her şey oldukları gibidir.
Marifet bütün bu olguları tarafsızca görerek ve değerlendirme yaparak karar vermektir. Tek yapmamız gereken aslında böyle yaparak adaletli olmaktır. Fakat bizler inatla her nedense, farkında olmadan, görmek istediğimizi, anlamak istediğimizi anlıyor ve bu kendi perspektifimizde kararlar veriyoruz.
İnsanlar çeşit çeşit davranışlara girebilirler; kimi maske takar, kimi duru ve nettir, kimi de her zaman kendisini korumaya alır ve ketumdur.
Bir insanla tanıştığımızda, ilerisi için olmayacak hayaller kurmak,
Bir insanı değiştirebileceğimizi sanmak,
Olmuş ve bitmiş bir olayı değiştirebileceğimizi düşünmek,
Tüm bunlar, insanı boşu boşuna yoran, vakit kaybına neden olan şeylerdir. Yorulmamak ve üzülmemek için, her insanı kendi özelinde değerlendirmemiz gerekir.
Bir olay olduğu zaman hemen tepki vermek yerine,
Bir insanı gördüğümüzde, onunla ilgili duyduklarınızı hemen konuşmak yerine,
Bir durup düşünmek, sözler ağzımızdan çıkmadan süzmek gerekir.
Kolaydır sil baştan başlamak demek,
Kolaydır yeni bir sayfa aç demek,
Ama,
Her defasında sil baştan yeni bir sayfa açmak kadar insana zaman kaybettiren başka bir olay daha yoktur…
Boşuna çaba ve umut veren, kayıplar zincirinin halkalarıdır bunlar…
Aslında insan, insanı ilk bakışta anlayabilir. İç sesimizi dinleyerek, gönül gözümüzle olaylara bakarak, her şeyi en baştan anlayabiliriz…
İnsanların bizi olduğumuz gibi kabul etmelerini, aynı şekilde, bizim de insanları oldukları gibi kabul edeceğimiz dönemlerde yaşıyoruz. Aslında yaşadığımız çağın gereği de bunu beraberinde getiriyor.
Charles Bukowski
“Kimseyi değiştiremezsin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir.
İstemediğin sürece, hiçbir şey için ödün vermeyeceksin.
Çünkü gün gelir, verecek hiçbir şeyin kalmaz.
Her şeyi sen istediğin için yapacaksın,
başkası senden istediği için değil.
Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar
da mutlu olacaktır.
Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle.
Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil.
Herkesin gidebileceği bir yol vardır.
Sen yeter ki, yanında yer almayı bil.
Ne sen kimse için mecburi istikametsin,
ne de bir başkası senin için…
Seninle gelmek isteyenleri yanına al.
Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata.
Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini.
Hayat rahat ve anlayışlı insanlarla
Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel…
Ve unutma; aynı dili konuşanlar değil
aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir…” diyerek durumu çok güzel açıklamış.
Bu yüzden kimseyi ne değiştirmeye çalışmalıyız, ne de kimse için değişmeliyiz. Yaşamakta olduğumuz, tekrarı olmayan bu hayat sahnesinde, nasıl görünmek istiyorsak kendimiz olarak yaşamalıyız.
Her şeyi, herkesi olduğu gibi kabul edip tercihlerimizi gene kendimiz belirleyerek; yolumuza onlarla veya onlarsız devam etmeliyiz.
Her şey olduğu gibi görmeye çalışmalıyız, kendimizi var olmayan şeylerin keder ve üzüntüsüne kaptırmamalıyız.
Bizi sadece insanlara ve olaylara bakışımız üzebilir. Üzülmemek ve yıpranmamak içim görünürde ne varsa, nasıl görünüyorsa, öylece kabul edip, yolumuza devam etmeliyiz…
Sevgiyle kalın.