güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

TRABZON HAVALİSİNDE YAŞAYANLAR ÖZ VE ÖZ TÜRKTÜR – 6

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:47

Göçler ve Ulus-İnşası

Ulus-İnşası kavramı, daha çok modern dönemlerin ortaya çıkardığı ulus- devlet kavramıyla ilişkili siyasi bir kavramdır. İlgili literatürde kavramın bu genel geçer anlamına istisnalarıyla birlikte F. Fukuyama vurgu yapmıştır. Bununla birlikte “ulus-inşası” kavramı bu çalışmada daha çok J. Hippler’in yaptığı tanıma yakın bir şekilde demografik grup, topluluk ve yapıların, sosyolojik dönüşümünü ifade edecek tarzda algılanmıştır. Hippler’in yaptığı değişik tanımlardan bu çalışmanın hipotezine uygun olanı şöyledir: “Ulus inşası terimi, bir tarafta, ideal olarak, genellikle çok uzun bir tarihsel süreçte, başlangıçta birbirine gevşek bağlarla bağlanmış toplulukları, bir ulus-devletin ona tekabül ettiği ortak bir toplum haline getirmeye yol açan sosyopolitik bir gelişim süreci anlamına gelir. Bu çalışmada ulus-inşası kavramı, geçmişten günümüze ve Osmanlı coğrafyasından Anadolu coğrafyasına zaman ve uzamın, kültür değişmelerinin de etkisiyle, yan yana yaşayan farklı ve gevşek demografik olguların istikrarlı, kararlı ve sıkı toplumsal kimliklere dönüşü-münü esas alan özel bir kapsam ve anlamında ele alınacaktır.

Türkiye’de uluslaşma ve ulus-inşasını somut olarak gösteren en açık verilerden birisi 1927-1965 yılları arasında yapılan ve anadil ve ikinci dil durumunu da soran nüfus sayımları olmuştur. Bu nüfus sayımlarında sırasıyla Abhazca, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çingenece, Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Pomakça, Rumca, Yahudice dillerinin anadil ve ikinci dil olma durumu sorulmuştur. Aşağıda bu verilerden istifadeyle oluşturulan tabloda söz konusu dilleri konuşan Anadolu nüfusunun yekûnu ve oranları, bu yekûn ve oranlardaki değişimler, uluslaşma ve ulus-inşası açısından son derece manidar olmak üzere açık bir şekilde görülmektedir. Bununla beraber, 1927 sayımında anadil sorulup ikinci dil sorulmadığı için, tabloda başlangıç olarak 1935 yılı esas alınmak durumunda kalınmış, ayrıca Çingenece ile sair dilleri konuşanların azlığına istinaden bu iki haneye tabloda yer verilmemiştir.

Bu tabloda öne çıkan en önemli husus 1935 yılından 1965 yılına her bir dil için ikinci dil durumunun bariz artış trendi içerisinde oluşudur. Tabloda yer alan 12 dilin hepsinde de o dili ikinci dil olarak konuşanların sayısı, anadil olarak konuşanların sayısından çok daha fazla bir artış içerisindedir. Sadece Yahudicede sayı olarak fazla bir değişiklik yoksa da, Yahudiceyi anadil olarak konuşanların yekûnu azaldığı için oran olarak burada da büyük bir artış söz konusudur. Diğerlerinin hepsinde 30 yıl öncesine göre, hem sayı ve hem de oran olarak ikinci dil durumu bariz artış kaydetmiştir.

Bir diğer husus Türkiye’de Türkçeden farklı dil konuşan nüfusun 1935’ten 1965 yılına kadar geçen 30 yılda yekûn olarak artmış olmakla birlikte oran olarak azalmış olmasıdır. Farklı dil konuşanların ilk tarihteki nüfusu 2 milyon 452 bin iken; Türkiye nüfusu içerisindeki oranı binde 151, kabaca yüzde 15’tir. Oysa her iki rakam 1965 yılında 3 milyon 994 bin ve yüzde 12 olarak tezahür etmiştir. Bu dönemde Arapça dışındaki bütün dillerde Türkiye nüfusuna oran azalmıştır. Arapçadaki artış ise, reel bir artıştan ziyade muhtemelen demokratik ortama istinaden kendini ifade edebilme düzeyindeki değişme ile ilgili bir artıştır. Tablodaki dillerden hepsi oran olarak azalırken; Yahudice, Rumca ve Ermeniceyi konuşanların oranından başka, sayısı da azalmıştır. Rumca ile ilgili açıklamada mübadeleden bahsedilebilse de, Yahudice ve Ermeniceyle ilgili açıklama, ancak kendini ifade etme düzeyin-deki düşüş ile veya doğrudan akültürasyon ile açıklanabilir. Üçüncü bir husus, Kürtçe ve Arapça dışındaki dilleri konuşanların oranının büyük bir düşüş yaşamasıdır. 1935 yılındaki binde 41.43’lük oran 1965 yılında binde 20.5’lik bir orana gerilemiştir. Yani 1935 yılında Türkiye nüfusunun kabaca % 4.1’i Kafkas ve Balkan dillerini konuştuğunu beyan etmekte, dolayısıyla etnik kökenini buralara dayandırmakta iken; 1965 yılında bu oran % 2’ye gerilemiştir. Bu nüfusun zaten hepsinin kendini ifade ettiği düşünülemez. Bu noktada da rakamlara düşük yansıma söz konusudur. Fakat eldeki veriler esas kabul edilse bile adına sosyal bütünleşme, sosyal entegrasyon, kültürel entegrasyon, akültürasyon veya asimilasyon terimlerinden hangisi denirse densin, bu süreçte Türkçeden başka dil konuşanların sayı ve oranıyla ilgili zaman içerisinde bir azalma trendi açıktır. Dolayısıyla Balkanlardan ve Kafkaslardan Anadolu’ya göç edip Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran nüfus çok daha önceden, 1820’lerden itibaren göç etmeye başladığı dikkate alınırsa, eldeki nüfus sayımlarından önceki dönemde de anadil ve ikinci dil durumunda önemli bir dönüşüm yaşandığı anlaşılacaktır. Türkiye’de bugün benzer bir çalışma yapılacak olsa, muhtemelen hiç kimse anadilini yukarıda bahsedilen Kafkas veya Balkan dillerinden birisi olarak vermeyecektir. İkinci dil olarak verebilecek olan da çok az çıkacaktır. Nitekim S. Aydın’ın göçmen torunlarıyla yaptığı derinlemesine mülakatlar, bu gerçeğe açıkça vurgu yapmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.