güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

TRABZON HAVALİSİNDE YAŞAYANLAR ÖZ VE ÖZ TÜRKTÜR – 6

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:47

Bu göçler, ulus-devletleri ve onların dayanacağı demografik yapıyı, toplumsal zemini üreten göçlerdir. Bunlar dünyaya yeni bir şekil veren nüfus hareketleridir. Bu göçlerle birlikte dünya toplumları hanedana tabiiyetten bir devletin vatandaşlığına; çok dilli yapılardan resmi dil uygulamasına, çok dinli- mezhepli yapılardan laik veya seküler yapılara, çoğulculuktan ulusçuluğa, geleneksel refah devletinden modern egemenlik devletine, aşiret ve kabile yapılanmasından cemiyet yapılanmasına doğru tedrici bir geçiş yaşamışlardır.

Nihayet, İmparatorluktan ulus-devlete geçişi üreten bu büyük göç dalgaları gelişigüzel olmayıp, belli bir düzen ve belli bir göç prensibine istinaden gerçekleşmektedir. Osmanlı özelinde düşünülecek olursa, 3 ila 6 yüzyıl Osmanlı tebaası olarak yaşamış toplulukların ortak bir değerler manzumesi oluşturmaları söz konusudur. “Osmanlı” diye isimlendirilen olgu temelde bir siyasal yapılanmadır. Siyasal yapılanmalar, ömürlerinin uzunluğu nispetinde ve bıraktıkları hatıraların kalıcılığı ölçüsünde kendi siyasi oluşumları etrafında toplumsal bir yapılanma da üretirler. Bunlar gündelik hayatta siyasal grup ve toplulukların uzun zamanlarda ve makro ölçekte tezahür eden biçimleridir. Öyle ki, sosyal yapılanmanın meydana gelmesiyle artık başlangıçtaki siyasal nedenlerle kurulan ortaklık gölgede kalıp, sanki kadim devirlerden beri sosyal bir toplulukmuş gibi kabul edilir ve buna uygun davranılır. Dolayısıyla Osmanlı Devleti, en az üç yüz yıllık hâkimiyetiyle Balkanlar, Kafkaslar ve Anadolu’ya yakın Ortadoğu’daki halklar üzerinde derin izler bırakmıştır. Özellikle ortak bir yönetime, ortak bir hukuka, ortak bir muameleye tabi olmak bakımından Osmanlı coğrafyalardaki bu halklar uzun zamanlarda ortak bir dünya görüşü ve gurup davranışı geliştirmişlerdir. Bu değişik halklardan oluşan Osmanlı tebaası, aralarındaki müşterekleri zaman içerisinde artırarak benzerlikleri farklılıklarına ağır basan bir yeni toplum haline gelmişlerdir. Ortak din, ortak yönetim, ortak hukuk, ortak muamele ve ortak duyuş, düşünüş ve toplum psikolojisi uzun zamanlarda “Osmanlı Toplumu”nu ve nihayet “Türk Milleti”ni ortaya çıkarmıştır. Kemiyet itibariyle Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu çevresinde üç yüz yılda oluşan bu toplumsal yapılanma ve kimlik, nicelik itibariyle Osmanlı’nın son yüzyılında kitlesel göçler yoluyla Anadolu’da bir araya gelerek bugünkü halini almıştır.

Ortaya çıkan bu yeni milli oluşum, milliyetçilik teorileri açısından değerlendirilirse Ezeliyetçi (primordialist) yaklaşımdan uzak olduğu anlaşılacaktır. Bu yeni oluşum, Etnosembolist ve belki bundan da çok Modernist teorilere uygun bir oluşum olarak değerlendirilmelidir. Zira bu yeni oluşum, etnik köken veya akrabalık bağlarından ziyade, ortak semboller ve kültür etrafında örgütlenen bir toplumsal yapılanmadır. Sıklıkla işaret edildiği üzere Türk ulus-inşasında dine dayanılması, onu daha da kendine özgü kılmaktadır.

Söz konusu oluşum, temel sosyoloji teorileri açısından incelenirse, gün-delik hayatın ortak sorunlarına ortak çözümler üretme bakımından yapısal işlevselci modele; ortak bir semboller dünyası oluşturma ve bunun üzerinden toplumsal iletişim sağlama bakımından sembolik etkileşimciliğe ve nihayet Boşnak, Laz, Gürcü ve Arnavutlarda olduğu gibi devletin de esas aldığı din olan İslam inancına sahip olanların Müslüman olmayan soydaşlarına uzaklaş-mak ve farklı kökenlerden dindaşlarına yaklaşmak bakımından çatışmacı ve yapısalcı çatışmacı modele uygun bir oluşumdur.

Göçmenlerin entegrasyonu açısından değerlendirilince, bu nüfus bileşimi, H. Esser’in sisteme entegrasyon ve sosyal entegrasyon ayrımından İkincisine denk düşer. Aynı oluşumun, zaman içerisindeki dönüşümü bakımından ele alınırsa, Karpat’ın da değindiği üzere sıralı bir seyir takip ettiği görülecektir. İlk başlarda yaygın olan ama yüzeysel kalan kimlik oluşumu, zaman içerisinde derinleşmeye ve kökleşmeye başlar. Uzun zaman sonra da yeterli ve kararlı bir yaygın etkiye ve derinliğe ulaşır. İlk kuşaklar kendisini Osmanlı tebaası görür, ikinci grup kuşaklar kendilerini Müslüman Osmanlı tebaası olarak kabul eder, üçüncü grup kuşaklar ise kendilerini Osmanlı Milleti veya Müslüman Türk olarak ittihaz eder. Özellikle Balkanlardaki Müslüman Osmanlı tebaasıyla ilgili harici değerlendirme, en başından beri “Türk” şeklindedir ve Müslüman olana Avrupalılar “Türk oldu” gözüyle bakmışlardır. Söz konusu harici niteleme, zaman içerisinde içselleşmiştir. Nihayet bu sürecin, birincil anlamıyla “üç kuşak”ta gerçekleşmesi gerekmez. Pekâlâ, her bir boğum kendi içinde iki veya üç kuşak da barındırabilir. Bununla birlikte genellikle bu sürecin her biri ayrı bir sosyal olgunlaşma düzeyine işaret eden üç boğumda sonuçlanması beklenebilir. Bu da kabaca iki veya üç asır sürer ki, Osmanlı Devleti söz konusu üç Anadolu çevresi coğrafyada en az üç yüz yıl hüküm sürmek suretiyle bu oluşum için yeterli zaman sürecine sahip olmuştur. Bununla birlikte, bu zaman sürecine sahip olmuş her imparatorluğun benzer bir toplumsal oluşum üretebildiği genellemesi yapabilmek mümkün değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü nitelikleri sayesinde bu oluşum gerçek olmuştur. Daha sonra da açıklanacağı üzere bu oluşumun üç temel özgün sebebi vardır. İlki İslam imanının tesis ettiği kardeşlik hukukudur. İkincisi Osmanlı Devleti’nin farklı etnik ve dini topluluklar arasında tesis ettiği göreli ideal adalet ilkesidir. Üçüncüsü ise, Türklerin daha Orta Asya’dan tevarüs ederek getirdiği ve farklı etnik köken ve dini inançlardan topluluklara karşı hoşgörülü olmayı gerektiren beynelmileliyetçi yaklaşımıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.