güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

TRABZON HAVALİSİNDE YAŞAYANLAR ÖZ VE ÖZ TÜRKTÜR – 6

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:47

 “Uzun Zamanlar”ın Tesiri ve Osmanlı Devleti Etrafında Yapılanan Sosyal Oluşum

Uzun yaşayan imparatorluklar, günümüz ulus-devletlerinin aksine, planlanmamış bir şekilde de olsa, üzerlerinde yüzyıllarca hükümran oldukları toplumların dönüşümüne sebep olmuşlardır. Roma için dile getirilen “orbis romanus” yakıştırması, her ne kadar siyaset ve ekonomi merkezli, “Roma Yurdu” anlamında bir kavram idiyse de, Akdeniz’in bir “Roma Gölü” haline gelmesiyle zaman içinde ortaya çıkan bir “Akdeniz Kültürü”ne işaret ettiğine ve toplumsal bir oluşuma atıf yaptığına da şüphe yoktur. F. Broudel’in kitaplarındaki Akdeniz vurgusu tamda bu yüzdendir.

Klasik bir imparatorluk olmasa da, yakın dönemde yaşanmış olan Sovyet tecrübesi de aynı olgunun cümlesinden sayılabilir. Özellikle Kruşçev’in ortaya attığı “Sovyet Ulusu” (Sovyetski Narod) kavramı, Sovyet hâkimiyeti altındaki etnik farklılıkların, en azından üst kimlik anlamında bütünleşmesini esas alan bir yaklaşımı imliyordu.

Benzer durum klasik bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti için de geçerliydi. Nitekim 19.yy.ın başları itibariyle Osmanlı İmparatorluğu hala dünyanın en geniş topraklarına ve en kalabalık nüfusuna sahip siyasi ve sosyal oluşumlarından birisi konumundadır. Bu tarih itibariyle Balkanlarda beş, Ortadoğu’da dört ve Kafkasya’da ise üç yüz yıllık bir maziye sahiptir. Bu süre içerisinde oluşan dini, siyasi, hukuki, kültürel, ekonomik ve psikolojik bağlar gereği Osmanlı toplumunun farklı etnik kökenlerinden gelen toplulukları diğerlerine karşı kendi aralarında yardımlaşma yoluna başvurmuşlardır. Bu yardımlaşmanın uç ve son örneği de savaş halinde hayat hakkının devamını sağlama noktasındaki yardımlaşmadır. 19 ve 20.yy. boyunca bu hakkın diğer anlamı, bütün bu çevredeki Müslüman Osmanlı tebaasının Osmanlı Devleti’nin ve onun kurucu unsuru olan Oğuz Türklerinin merkez vatanı konumundaki Anadolu’ya göç edip, orada yerleşebilmesine izin verilmesi şeklinde tezahür etmiştir.

Kemal Karpat 19-20.yy.da Anadolu’ya gerçekleşen göçleri sekiz başlıkta özetlemektedir. İlk göç dalgası, 1828-29 Rus-Osmanlı Savaşı sırasında Kırım, Kafkasya ve Balkanlarda yaşayan Müslümanların, Anadolu ve Rumeli’ye göçleridir. Ayrıca 1830 ve 1848-50 yıllarında Polonya ve Macar asıllı kimselerden oluşan siyasi elit grupları ve ihtilalciler Osmanlı Devleti’ne göç etmişlerdir. İkinci göç dalgası, 1853-56 tarihleri arasında yaşanan Kırım Savaşı süresince Dobruca’dan, kuzeydoğu Bulgaristan’dan ve bilhassa Kırım’dan gelen göçler. Üçüncü göç dalgası, Şeyh Şamil’in Rus işgaline direnişinin 1859’da sona ermesiyle Çarlık idaresinin Kafkasları “emin” bir bölge haline getirmek için aşiretleri Kuban Ovasına yerleştirmek veya Hıristiyanlaştırmak teşebbüsüne girişmesi sırasında yaşanmıştır. Dördüncü göç dalgası, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Batı ve Orta Bulgaristan ve Sırbistan’da 300 bin kadarının öldürülmesinden sonra 1 milyondan fazla Müslüman’ın, bilhassa Türk asıllı Müslümanların göçleridir. Bu göçler günümüze kadar devam etmiştir. 1878’de Bosna’nın Avusturya tarafından işgali, Bosna, Karadağ ve Sancak göçlerine neden olmuştur. Bu tarihlerde Anadolu’ya gelen göçmenler arasında, daha evvel, 1862’den sonra Rumeli’ye yerleştirilmiş Kafkasyalılar da vardır. Bu onların ikinci, hatta üçüncü göçüdür. Beşinci göç dalgası, Teselya’nın ve Girit’in Yunanistan tarafından işgal edilmesiyle bu bölgelerden başlayan göçlerdir. Altıncı göç dalgası, 1912-13 tarihli Balkan Savaşı’nda Makedonya, Kosova, Trakya, Dobruca’dan gelen göçlerdir. Yedinci göç dalgası ise, 1. Dünya Savaşı’nda Balkanlardan gelen göçlerdir. Karpat’ın hesaplarına göre, kabaca yüz yıl süren bu vetire ve bu yedi göç dalgasında Anadolu’nun kuzeydoğu ve kuzeybatısından gelen göçmenlerin yekûnu 7 milyonu bulmaktaydı.

Bunlara ilave olarak, sekizinci bir göç dalgası daha vardı ki, bu diğerlerinden farklı olarak, Balkan devletleriyle yapılan ve nüfus mübadelesi olarak bilinen antlaşmalar sonucunda, düzenli bir şekilde gerçekleşen göçlerdir. Bu kapsamda 1896 ile 1990 arasında Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya’dan fasılalarla gerçekleşen göçlerin yekûnu 2 milyonu bulmuştur. Buna karşılık,

Anadolu’dan Yunanistan ve Rusya’ya giden gayri Müslim nüfusun toplamı benzer şekilde 2 milyona dayanmıştır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.