güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

PEYGAMBERLER TARİHİ

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 21:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 21:48

Öğretme ve Manastır Düzenini Oluşturma

Kurtuluşa ve aydınlanmaya ulaştıktan sonra Buddha, başkalarına da aynı sonuca ulaşmaları için yol göstermek konusunda tereddüt etti. Hiçkimsenin anlayamayacağını hissediyordu. Ancak Hint tanrıları Brahma (Tib. Tshang-pa) ve Indra (Tib. dBang-po) ona öğretmesi için ricada bulundu. Hinduizm’de daha sonra gelişen Brahmanik öğretilere göre; Brahma, evrenin yaratıcısı ve Indra da Tanrıların Kralı’ydı. Ricada bulunurken Brahma; eğer öğretmezse dünyanın bitmez tükenmez acılar içinde kalmaya devam edeceğini, en azından bazılarının onun sözlerini anlayabileceğini söyledi Buddha’ya.

Bu ayrıntı, kendi zamanında Hint ruhani geleneklerinin yöntemlerine baskın çıkan Buddha’nın öğretilerinin üstünlüğünü gösteren hiciv niteliğinde bir öğe olabilir. Ne de olsa en yüksek tanrılar bile dünyanın Buddha’nın öğretilerine ihtiyacı olduğunu kabul ediyordu; zira onlar da herkesin acısına daimi bir son verecek yöntem bilmiyordu ve bizim gibi sıradan takipçilerin bu öğretilere daha da çok ihtiyacı vardı. Dahası, Budist betimlemelerde Brahma kibirli gururu simgeler. Kendisinin her şeye muktedir bir yaratıcı olduğuna dair hatalı inancı, kişinin kendine dair varsaydığı imkânsız “ben” – yani, hayatta her şeyi kontrol edebileceğini sanan “ben”i örnekleyen bir simgedir. Bu muğlâk inanç, kaçınılmaz olarak hüsran ve acıyı getirecektir. Sadece Buddha’nın hepimizin nasıl varolduğuna dair öğretileri bu hakiki acıyı ve acının gerçek nedenini sahiden durdurmak için bir yol sunar.

Brahma ve Indra’nın ricasını kabul eden Buddha, Sarnath’a giderek Geyik Parkı’nda (Tib. Ri-dags-kyi gnas, San. Mrgadava) beş eski yoldaşına Dört Yüce Gerçeği Hakikati öğretti. Budist betimlemelerde geyik nezaket ve güzelliği temsil eder ve böylelikle Buddha’nın hazcılık ve çileciliğin aşırılıklarından kaçınan ılımlı tarzını yansıtır.

Kısa sürede, yakınlardaki Varanasi’den (Tib. Va-ra-na-si) bir grup genç adam da Buddha’ya katılarak cinsellikten uzak duran kuralları izleyen, dilenci ruhani gezginler haline geldiler. Birer mürit olan ebeveynleri de sadaka vererek grubu desteklemeye başladı. Bir üye yeterince eğitildikten ve ehil hale geldikten sonra, Buddha onu başkalarına da öğretmesi için yollardı. Bu sayede Buddha’nın dilenci takipçileri hemen büyüdü ve kısa sürede çeşitli yerlere yerleşerek ayrı manastır toplulukları oluşturdular.

Buddha bu manastır topluluklarını pratik ilkelerle örgütledi. Rahipler – eğer bu erken dönemi anlatmak için bu sözcüğü kullanabilirsek – , kendi topluluklarına kabul etmek üzere aday seçebilirlerdi; ancak seküler yetkililerle çatışmamak için bazı kısıtlamalara uymak durumundaydılar. Buna göre Buddha; suçluları, ordu gibi kraliyete ait görevlerde bulunanları, azat edilmemiş köleleri ve cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklara sahip olanları manastır topluluklarına kabul etmedi. Yirmi yaşın altındakilerin katılmalarına da müsade edilmedi. Buddha sıkıntılı durumlardan kaçınarak, halkın manastır topluluklarına ve Dharma öğretilerine saygı duymasını sağlamlaştırdı. Bu durum bizlere, Buddha’nın takipçileri olarak yerel âdetlere karşı saygılı olmamızı ve saygın bir şekilde davranmamızı öğütler ki insanlar da Budizm hakkında iyi bir izlenim edinerek saygı gösterebilsin.

Çok geçmeden Buddha, Bodh Gaya’nın bulunduğu Magadha Krallığı’na (Tib. Yul ma-ga-dha) geri döndü. Hamisi ve müridi haline gelen Kral Bimbisara (Tib. gZugs-can snying-po) tarafından başkent Rajagrha’ya (Tib. rGyal-po’i khab) davet edildi – günümüzde; Rajgir. Burada arkadaşları Shariputra (Tib. Sha-ri’i bu) ve Maudgalyayana (Tib. Mo’u dgal-gyi bu) da Buddha’nın büyüyen topluluğuna katıldılar ve onun en yakın müritleri oldular.

Aydınlanışından sonraki bir sene içinde Buddha, kendi memleketine, bir şehir-devleti olan Kapilavastu’ya döndü ve oğlu Rahula kendisine katıldı. Buddha’nın yarı kardeşi, yakışıklı Nanda (Tib. dGa’-bo) evi terk ederek daha önce ona katılmıştı. Buddha’nın babası Kral Shuddodana, ailenin soyu bu şekilde kesildiği için çok üzgündü ve Buddha’dan gelecekte her evladın mutlaka ebeveyninden izin alarak manastır topluluğuna katılması için ricada bulundu. Buddha bu dileği kabul etti. Hikâyenin bu kısmı Buddha’nın kendi babasına karşı ne kadar zalim olduğunu değil; özellikle kendi ailelerimiz içinde Budizm’e karşı kötü bir niyet oluşmamasının ne kadar önemli olduğunu göstermektir.

Daha geç dönemde ortaya çıkan bir diğer ayrıntı da Buddha’nın ailesiyle fizik ötesi güçlerini kullanarak “Otuz Üç Tanrının bulunduğu Cennet’te”, karşılaşması ya da bazı kaynaklara göre Tushita Cenneti’ne (Tib. dGa’-ldan) giderek orada yeniden doğan annesine öğretisini anlatmasıdır. Bu anlatı, anne şefkatinin kıymetini takdir etmek ve buna mukabele etmenin önemini gösterir.

Manastır Düzeninin Gelişmesi

Buddha’nın erken dönem rahip toplulukları, yirmi kişiden fazla olmayan ufak gruplardı. Bunların her biri kendi içinde bağımsızdı ve sadaka aramak için yola çıkan rahiplerin takip etmekle yükümlü olduğu kurallara sahipti. Her topluluğun eylemleri ve kararları, anlaşmazlıkları önlemek için tüm üyelerin oybirliğiyle alınıyordu. Hiçkimse tek yetkili olarak belirlenmiyordu; aksine Buddha onlara tek otorite olarak Dharma öğretisini kabul etmelerini öğretmişti. Gerekirse manastır disiplininin kendisi bile değişebilirdi; fakat bu değişiklikler ancak topluluğun tümünün görüş birliğine istinaden yapılabilirdi.

Kral Bimbisara, Buddha’nın Jain’ler (Tib. gCer-bu-pa) [Jain veya Cain olarak okunur, çn.] gibi diğer ruhani dilenci topluluklarının örneğin her ayın ilk çeyreğinde toplanmak (Tib. gso-sbyong, San. uposhadha) gibi bazı âdetlerini benimsemesini önerdi. Bu âdete göre, ruhani topluluğun üyeleri her ayın ilk dördününün başlangıcında öğretileri tartışmak üzere toplanırdı. Buddha bunu kabul etti; bu da onun, dönemin bazı âdetlerini takip etmekle ilgili önerilere açık olduğunu gösterir. Aslında, Buddha kendi ruhani topluluğunun çoğu taraflarını ve kendi öğretisinin yapısını Jain’lerden örnek alarak oluşturdu. Jain’liğin kurucusu Mahavira, Buddha’dan yaklaşık yarım yüzyıl önce yaşamıştı.

Shariputra çok geçmeden Buddha’ya manastır disiplinini düzenleyen kuralları oluşturmasını rica etti. Fakat Buddha belirli sorunlar ortaya çıkana ve ancak bundan sonra benzer durumların tekrar yaşanmaması için ilgili bir yemin tesis etmek üzere beklemeyi tercih etti. Buddha bu tutumunu; hem yapıldığında herkes için zararlı, doğal olarak yıkıcı eylemler, hem de etik olarak nötr, ancak belirli kişiler için belirli durum ve sebeplerle yapılması yasak olan eylemler için de sürdürdü. Böylece, disiplin kuralları (Tib. ‘dul-ba, San. vinaya) pratik ve belli olaylar için formüle edilmiş oldu; zira Buddha’nın asıl dikkate aldığı nokta, olası sorunlara ve kırgınlık veya cürüm oluşmasına mani olmaktı.

Bu disiplin kuralları çerçevesinde Buddha, her ayın ilk dördününde yapılacak manastır toplantılarında tüm yeminlerin tekrarlanması ve kurallara karşı hareket edenlerin bunu açıkça itiraf etmelerine yönelik bir uygulama getirdi. Topluluktan atılmaya neden olacak hareketler, en ciddi kural ihlallerinden oluşturuldu; diğer durumlarda ise sadece cezanın tecili nedeniyle yaşanan utanç yeterli sayıldı. Daha geç dönemlerde, bu toplantılar ayda iki kez yapılmaya başlandı.

Buddha’nın başlattığı bir diğer gelenek de rahiplerin tek bir bölgede kalarak yolculuk yapmaktan sakındıkları üç aylık yağmur mevsimi inzivasıydı (Tib. dbyar-gnas, San. varshaka). Amaç; yollar, yağmur nedeniyle oluşan selle sular altında kaldığında, ekinlerin zarar görmemesi için rahiplerin tarlalarda yürümesini engellemekti. Yağmur mevsimi inzivası uygulamasının sürmesi, zamanla sabit manastırların yapılmasına yol açtı. Bu gelişme de yine ruhban olmayan yerel halka herhangi bir zarar vermemek ve saygılarını kazanmak için ortaya çıktı. Sabit manastırların inşası pratik nedenlerden de tercih edildi.

İkinci yağmur mevsimi inzivasından itibaren Buddha yirmi beş yağmur sezonu inzivasını Koshala Krallığı’nın (Ko-sa-la) başkenti Shravasti’nin (Tib. gNyan-yod) dışında yer alan Jetavana Korusu’nda (Tib. rGyal-bu rgyal-byed-kyi tshal) [İng. Jeta's Grove, çn.] geçirdi. Burada tüccar Anathapindada (Tib. mGon-med zas-sbyin), Buddha ve rahipleri için bir manastır inşa ettirdi ve Kral Prasenajit (Tib. rGyal-po gSal-rgyal) de topluluğu himayesine aldı. Jetavana’daki bu manastır, Buddha’nın hayatındaki pek çok önemli olaya sahne oldu. En ünlüsü; zamanın Budist olmayan altı büyük okulunun liderlerini, mucizevî güçlerin sergilendiği bir münazarada alt etmesidir.

Günümüzde hiçbirimiz bu tarz mucizevî başarılar gösteremiyor olabiliriz. Ancak Buddha’nın mantıktan ziyade, bu güçleri kullanarak karşıtlarını alt etmesi şunu gösterir; eğer karşımızdaki kişilerin zihinleri akıl yürütme ve mantığa kapalı ise onları kendi anlayışımızın doğruluğuna ikna etmenin en iyi yolu kendi idrakimizin düzeyini eylemlerimiz ve davranışlarımızla göstermektir. İngilizce’de geçen “Eylemler kelimelerden daha yüksek sesle konuşur” deyiminde olduğu gibi…

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.