güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

İslam Dinine Göre Peygamber Sevgisi

Yazının Giriş Tarihi: 26.04.2022 00:06
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.04.2022 04:53

İslam dininde diğer dinlerde olmayan bir sadelik mevcuttur. İslam dinine göre inanlar için iki unsur önemlidir. En önemli unsur, kâinatı yaratan tek bir tanrının mevcut olmasıdır. Dinimize göre yeryüzünü yaratan kendisi yaratılmayan ama her şeyi yaratmış olan eşi benzeri ortağı olmayan bir tanrı mevcuttur. Oysa diğer dinlerde bu konuda tartışmalı durumlar görülebilir. Nitekim Hristiyanlığın bazı mezheplerine göre üçlü bir yaratıcı güç bir yaratıcı mefhum söz konusudur. Bu anlayışa göre tanrı, Hristiyan dininin peygamberi olan İsa ve İsa’nın annesi Meryem kutsal bir ruhta birleştirilir bu birleşime Ruhul Kuddus denir. Buna üçlü inançta diyebiliriz. Bu inancın özüne göre, Peygamber İsa, tanrının oğludur. Dolayısıyla İsa ile Tanrı arasında bir baba oğul ilişkisinden söz edilir. İşte bu tür inançlar İslamiyet’te yoktur. Çünkü İslam dini tekcil bir dindir. İslam dininin bu tekcil özelliği peygamberi açısından da söz konusudur. İslam dinin peygamberi olan Hz. Muhammed dinin kaidelerini yararken ümmetiyle arasında diğer dinlerde olduğu gibi yardımcı şahıslar kullanmamıştır. Mesela Musevilikte, tanrının konuşma özürlü olan Musa Peygambere kardeşi Harun’u yardımcı peygamber olarak gönderdiği inancı vardır. Yine İsa’nın dinini yaymakta kullandığı havari denilen adamları olduğu gibi İsa peygamberle çağdaş yaşayan Yahya gibi peygamberlerde mevcuttur. Hatta Yahya Peygambere, İsa peygambere yardımcılığı nedeniyle vaftizci Yahya denilmesi de bundandır. Oysa bizim dinimizin peygamberi Hz. Muhammed için ne yardımcı bir peygamber ne de zamanında yaşayıp onun hükümlerine tabi olan başka bir peygamber yoktur. Bu da gösterir ki, Hz. Muhammed yani bizim peygamberimizde İslam dini için temel unsurların ikincisidir. İslam dinine girmenin İslam dininin kabulünün özü olan kelime şahadet denilen ibare de aslında bu iki mefhumun tek eşsiz olduğunun ikrarı demektir. Kelimeyi şahadet getirmekle Müslümanlığa adım atmış olan birey, ben tanrının tek yaratıcı olduğunu Hz. Muhammed’in de onun kulu ve peygamberi olduğunu aklen ve kalben kabul ve tasdik ediyorum demiş olmaktadır. Bunu kabul etmekle İslam olan bir birey İslam’ın şartları denilen imamın şartları denilen ana kaideleri de kabul ettikten sonra İslam olmuş demektir. Ancak İslam olmanın hükümlülüğü bununla da kalmamakta, İslam olarak yapılması gereken ibadetlerin yerine getirilebilmesi için içerisinde İslam’ın ana kaidelerinin de bulunduğu tüm şartları da kabul edip yerine getirmeye çalışması gerekmektedir. Halkımızın genellikle 32 Farz bazen de sayıyı biraz daha artırarak söylediği bu şartlar bireyi İslam yapmaya yeterli gözükse de bu kaideler arasında yer alamamasına rağmen bir şart daha vardır ki, İslam olan bireyin hakiki İslam denebilmesi için bu şartı da yerine getirmesi gereklidir. Bu önemli şart, İslam olan bireyin İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed’i her şeyden hatta kendi nefsinden bile fazla sevmesi şartıdır. Bu konuda hadis ve rivayetlerde yer alan bir nakil vardır ki, kısaltarak söylediğimizde naklin özü şöyledir:

Hz. Muhammed sahabeleriyle, mescitte otururken Hz. Ömer ya Resulallah tanrıya hamdolsun ki ben seni kendi nefsim dışında her şeyden fazla seviyorum demiştir. Hz. Muhammet ona hakiki mümin salmazsın demiştir. Bunun üzerine Ömer tanrıya ant olsun ki şimdi seni kendi nefsimden de daha çok seviyorum ya resulallah deyince Hz. Muhammed işte şimdi hakiki mümin oldun ya Ömer demiştir. Hz. Ömer’in kişiliği göz önünde bulundurulursa onun hakiki mümin olabilmesi için gerçek İslam sayılabilmesi için öne sürülen bu şartın diğer İslam bireyleri bağlamaması mümkün müdür? İşte bu nedenledir ki İslam dinine mensup bireylerin tanrı sevgisinden sonra en ön sırada tutmaları gereken sevgi İslam dininin peygamberi olan Hz. Muhammed’e olan sevgi olmalıdır. Zaten İslam dünyası da bilhassa İslamiyet’te sonradan katılan biz Türkler de bu nedenle Hz. Muhammed’i her şeyden fazla sevmekte kendisine her şeyden fazla değer vermekteyizdir. Biz Türklerin peygamber sevgisi o kadar ilerlemiştir ki Arap dünyası onun ehlibeytine cephe alırken onun ehlibeytini koruyan İslam kitlesinin en geniş topluluklarını biz Türkler oluşturmuşuzdur. Hz. Muhammed’e olan sevgimiz nedeniyle İslam dinine ve Hz. Muhammed’in içinden çıktığı ulus olarak düşündüğümüz Araplara da saygı duymuş ve Hz. Muhammed’e olan sevgimiz nedeniyle onun dinini ve ırkı Arapları korumuşuzdur. Hatta Hıristiyan dünyasının onun dinine ve mensubu olduğu uluslara karşı giriştiği yok etme savaşları olan Haçlı Seferlerine bu nedenle asırlarca göğüs germiş Haçlıları öldürmüş, Haçlılar tarafından öldürülmüşüzdür. Binlerce can kaybetmemize oluk oluk kan kaybetmemize rağmen Hz. Muhammed’in mezarını hatırası olan sahaları korumuş Haçlıları bu sahalara ayak bastırmamış, hâkim olmalarını engellemişizdir. Nitekim Hz. Muhammet’e olan sevgimiz nedeniyle ulusumuzun en çok güvendiği, en çok sevdiği kuruluşu kesimi olan Türk ordusunun temel bireylerine de bir oranda onun adını vermiş ama saygımızdan onun adının aynı olmaması için onun bir küçük kopyası olarak görülmesini düşünmüş Mehmetçik adını vermişizdir. Türk milleti olarak Hz. Muhammed’in farklı isimlerini oluşturan Muhammed, Mahmut, Ahmet, Mehmet gibi isimlerin toplumumuzda çokluğu göz önüne getirilirse, Türk toplumunun Hz. Muhammed’i yani peygamberini ne kadar çok sevdiği daha iyi anlaşılabilir diye düşünmekteyim. İslam dinine göre resim, heykel yasak olduğundan daha doğrusu İslamiyet’in ilk kuruluş yıllarında puta tapmaya tekrar dönüşe sebep olması ihtimali düşünülerek yasaklandığından Hz. Muhammed’i bize tanıtacak herhangi bir tasvirden, resimden yoksun bulunmaktayız. Bu nedenledir ki, daha sonradan Hz. Muhammed’in resminin veya bir tasvirinin yapılması halinde aslına benzemesi mümkün olmayacaktır. Bu düşünce ile Hz. Muhammed’i tasvir eden görüntülerde Hz. Muhammed’in yüzü hep peçeli olarak verilme yoluna gidilmiştir. Bu uygulamada İslam bireylerin bilhassa Türklerin Hz. Muhammed’i ne kadar çok sevdiğinin, onun hakkında gerçek olmayan herhangi bir şeye yer verilmemeye ne kadar dikkat edildiğinin bir başka ispatıdır. Yine İslami inançlara göre peygamberimiz gül çiçeğini çok sevmekte hatta hakim olan inanca göre zaten kendisi de gül gibi kokmaktadır. Bu nedenledir ki, İslam dünyası bilhassa biz Türkler gül çiçeğini peygamberin simgesi olarak kabul etmiş ve peygamberle ile ilgili seremonilerde gül çiçeğine, gül yağı veya gül suyuna önem vermişizdir. İşte İslam bireylerin topluluklarının bilhassa Türklerin gül çiçeğine ve gül mamullerine önem vermesi de Hz. Muhammed’e olan sevgilerinden kaynaklanmaktadır. Bunlardan daha önemli bir peygamber sevgisi gösterisi vardır ki, o da peygamberi ve onun yaşantısını dile getiren şiir türünde yazılar ortaya konulmasıdır. Bilhassa doğumundan başlayıp ölümüne kadar yaşantısını konu edinen Mevlit denilen şiirler Hz. Muhammed sevgisinin şiire dökülmüş şeklidirler. Hz. Muhammed’in yaşantısını hayatını konu alan önemli nesil kitapları ise Suretün Nebi veya Sierün Nebi adı ile yayınlanarak İslam bireylerce bilhassa Türk toplumunca asırlarca bir baş kitabı gibi el altında bulundurulmuş ve okunmuş kitaplardır. Bu tür eserlere değer verilmesi de hep İslam’ın Türklerin peygamber sevgisinden kaynaklanmaktadır. İslam toplumları ve Türk toplumları bu kadar çok sevmelerine rağmen Hz. Muhammed’in doğum gününü kutlamaya oldukça geç başlamışlardır. Nitekim ilk veladet kutlaması Mısır’da hâkim olan Şii Fatimiler döneminde görülmüş, biz Türklerde ise bugünkü manada mevlit kandilleri kutlamaları 3. Murat döneminden başlayarak günümüze gelmiştir. Bu mevlit kandillerinde bugün mevlit dediğimiz şiirlerin ibadetsel mahiyette kullanımı da yine 3. Murat döneminde Mevlit’in yazarı Süleyman Çelebi’nin eserinin okunmasıyla başlamıştır. Mevlit kandilinin yani Hz. Muhammet’in doğum yıl dönümünün kameri takvime göre kutlanması Hz. Muhammed’in doğduğu dönemde doğumunun kâmili ay rebiül evvel ayının 12. gecesinde doğması nedeniyle ortaya çıkmıştır. O günden bu yana Hz. Muhammed’in doğum yıl dönümü olarak hep bu tarih kullanılmış mevlit kandili olarak kutlanmıştır. Bu kutlanışta peygambere olan sevgiden ileri gelmektedir. Bugün kutlu doğum haftası şeklinde 2. bir doğum yıl dönümü kutlaması peygambere olan sevgiden ileri gelmekte ise de ya da öyle gösterilmekteyse de bence İslam’ın tekcil özelliğine aykırı olarak başlatılan bir uygulamadır. İslam peygamberini sevenler için bence yapılması gereken onun doğum günü üzerinde ikicilik yaratacak bu uygulamadan vazgeçilmeli insanların kafasında karışıklık yaratacak bu uygulama terk edilmelidir. Bence peygamber sevgisine, peygamberi sevenlere yakışacak davranış budur.

Son olarak gerçek inanmış bir Müslüman olmak için Hz. Muhammed’i kendi nefsimiz dâhil her şeyden daha fazla sevmek gerektiğini bilelim. Ancak onu sevmeyi gerçekleştirirken bu sevgi adına yapacağımız icraatları onun tekcil özelliğine her şeyden önde gelme özelliğine aykırı sonuçlar yaratmamasına dikkat etmeliyiz. Bir de din adına şeyhler, tarikat liderleri gibi şahısları abartılı lakaplarla onun sevgisine ortak duruma getirir hatta onun sevgisini gölgede bırakır davranış ve icraatlara girişmekten itibar etmekten uzak durmaya çalışalım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.