Hac ibadetinin İslam’ın beş ana şartından biri olduğu hepimizce bilinen bir gerçektir. Bu nedenledir ki her İslam birey ömründe bir defa Hac mevsiminde hacca gidip bu farzı yerine getirmek yükümlülüğündedir.
Zaten toplumumuzda bu ibadeti yerine getirmek arzusuyla yanıp tutuşan büyük kitleler mevcuttur. Hatta toplumuzu oluşturan bireylerin büyük çoğunluğu ömrünün büyük bir kısmını bu ibadeti ifa hasretiyle ve bu ibadet için para biriktirme gayretiyle geçirmektedirler.
Ne var ki geçmişte de bugünde de bu ibadeti farklı amaçlarla kullanıp rant kapısı olarak görenler ve bu amaçla yerine getirenlerde getirilmesini tavsiye edenlerde yok değildir. Nitekim bu nedenle ömürde bir kez farz olan bu ibadeti defalarca yerine getirip defalarca yerine getirilmesini tavsiye edenler toplumumuzda oldukça artmış durumdadır.
Bu durum şüphesiz eski dönemlerde de mevcuttur. Selçuklu öncesinde Selçuklular zamanında Osmanlılar döneminde de bu farz yerine getirilmiş pek çok Müslüman bu ibadeti yerine getirdikten sonra hacı sanıyla toplumdaki yerlerine dönüp yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Ancak bu ibadetin şartlarından ve bence en önemlilerinden biri bu ibadeti yerine getirdikten sonra dünya işlerinden mümkün olduğunca elini çekip daha ziyade dini hayata ağırlık vermeyi gerektiren bir ibadet olmasıdır.
Bu ibadet normal bireye farz olduğu gibi toplum içinde en yüksek mevkilerde olanlara da farzdır. Çünkü peygamber hadislerinde Tanrı Kuran-ı Keriminde bu ibadeti normal vatandaşlar yapar, Yönetici pozisyonunda olanlar yapamaz diye bir ayrım getirmemiştir.
Şunu da vurgulamak isterim ki İslam toplumu veya Türk toplumu mensubu bireyler sözüne ettiğimiz hac ibadetini genellikle iki amaçla yapmaya çalışırlar. Bu amaç sahiplerinden ilk grup gerçekten İslam’ın beş şartından biri olan hac ibadetini İslam dininin Kur’an hükümlerinin beyanı uyarınca bu ibadeti yerine getirip ruh huzuruna kavuşmak hac ibadetini ifa edip Allah’a karşı yükümlülüğünden kurtulmak için gerçekleştirirler. Bir diğer grup İslam bireyler ise hac ibadetini gösteriş tapmak toplumda itibar açısından aşama yapmak sınıf atlamak için yahut da yapmış oldukları meslek faaliyetlerinde yahut para işlerinde etrafına emniyet telkin edecek bir lakap olan hacı lakabını alıp kullanmak için hac ibadetine yönelir belki de içten olmayan duygularla hac ibadetini yerine getirmiş olurlar. Yukarıda belirttiğim gibi şunu vurgulamak isterim ki İslam toplumunda veya toplumumuzda hacı lakabıyla anılan aslında hacılığı formaliteden öte geçmeyen pek çok hacının olduğunu söylemenin de hacılara yapılmış bir haksızlık olduğunu düşünmek kolay değildir.
Bu nedenledir ki İslamiyet’in kuruluşundan bugüne yaşam bulan pek çok İslam devleti yöneticisi veya yöneticileri de hac ibadetini yapma konusunda İslam bireyler gibi davranmaktan uzak kalamamışlardır. Hatta taşıdıkları unvan ve lakaplar toplumu kendilerine tanıtmaya inandırmaya güvendirmeye o kadar yetmiştir ki normal bireylerin lakap değiştirmek itibar kazanmak için kullandıkları hac ibadetinden bunu yerine getirmiş olma özelliğinin getireceği itibardan vazgeçmiş olmalıdırlar. Bu nedenledir ki gerek dört halife devrinden sonra İslam Arap devletlerinde gerek Türk İslam devletlerinde yöneticiler hac ibadetini yapmamayı tercih etmişlerdir. Ancak Türk ve diğer İslam devletlerinin yöneticilerinden hacı olanlar varsa bunlar ya iş başına geçmeden önce veya iş başından ayrıldıktan sonra hacı olmaya yönelmişlerdir. Tarihe baktığımızda ne İslam halifelerinin ne İslam hükümdarlarının iş başında iken hacca gittiklerini görmemiz hiçbir zaman görmemiz mümkün olmamıştır.
Dinin kurucusu Hz. Muhammed bizzat Medine’ye hicretinden sonra Veda Haccı dediğimiz Hac ile bu görevi yerine getirerek İslam devletleri yöneticilerine bu konuda önderlik etmiştir. Daha sonra pek çok devletin yöneticisi ara ara bu görevi yerine getirmiştir. İslam’da halife görevini üstlenen pek çok şahsiyette ama hilafet öncesi dönemde ama hilafeti sırasında bu Hac görevini yerine getirmişlerdir.
Devam edecek…