güvenilir kaynak casibom giriş maritbet
SON DAKİKA
Hava Durumu

Dizilerdeki ve Medyadaki Hasan Sabbah ile Yazılı Kaynaklardaki Hasan Sabbah’ın Farkları

Yazının Giriş Tarihi: 01.03.2021 00:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.03.2021 00:05

Ancak İsmail babasından önce ölmüştür. İsmaililiye tarikatı ise İsmail'in ölmediğini ve gizlenmek için ortadan kaybolduğunu, zamanı gelince geri döneceğini savunur. Bunun haricinde Hasan Sabbah'ın bağlı bulunduğu Nizari kolu ise 18. imam Mustansır'dan sonra ise Musta'li değil Nizari'nin gelmesi gerektiğini söyler. 1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında civarına gelen Moğol komutanı Hülagû Han tarafından normal yollardan ele geçirilemeyince; o yıllarda yeni keşfedilen petrol; kalenin bulunduğu tepenin altına tüneller kazılarak ve bu tünellerin de içlerinde petrol havuzları oluşturularak ateşe verilerek patlatılmış dolayısıyla da imha edilerek ele geçirilmiştir. Pratikte ele geçmesi imkânsız olan oldukça dik, sarp kayalıklar üzerinde kurulmuş olan bu kale; tarihte de pek çok güçlü orduya meydan okumuş konumu ve sert savunması nedeniyle asla ele geçirilememiştir.

Semerkant'ta kurgulandığına göre ise kale kendiliğinden teslim olmuştur. Zaten Hasan Sabbah'ın verdiği ruh zayıflamaktadır. Teslim olunduktan sonra kale yakılacaktır. Moğolların hikâyesindeki bir bilgin Alamut kütüphanesindeki kitapları kurtarmak ister. Bir el arabası verilir ve alabileceği kadar alması söylenir. Adam önce Sünni olduğu için Kur'an'ları kurtarır. Sonra da uzun uzun kitaplara dalar. Vaktin geç olduğu konusunda uyarı gelince önündeki kitapları kaparak çıkar. Ve orada dünyadaki birçok konu hakkında bilgi içeren ve nüshası bulunmayan eşsiz kitaplar yanarak tarihin bilinmeyen sayfalarındaki yerini alır. Bu bilgiler gösterir ki Hasan Sabbah yola çıktığında sıfırdan başlamış ama dinsel akaitleri kendi yorumları ile değiştirmeye dayanan kendine has bir yarı dinsel yarı siyasi hatta askeri kuvvete silahlı kuvvete dayanan dinsel bir örgüt oluşturmuştur. Ve bu oluşturduğu örgüt ile bu örgütün etrafında kümelenen insan kitlesi ile İslam dünyasının en büyük Sünni Türk devleti olan büyük Selçuklu devletini onun yöneticilerini ortadan kaldırmayı hedefleyen bunun için çalışan bir lider konumuna gelmiştir. Hasan Sabbah emrinde onun emirlerine uymak üzere adeta onun şahı ile özdeşleşmiş bir kitle yarı dinsel yarı askeri bir zümre haline gelen Haşhaşinler de şüphesiz liderlerinin amaç ve hedeflerine yönelmişler Sünni İslam devletlerinin bir hassa Türk İslam devletlerinin ve onların en başarılı örneği olan büyük Selçuklu devletinin baş belası olmuşlardır. Bu zümre Türk İslam yöneticilerini ortadan kaldıramaya yönelik çalışmaların fiili maşası gönüllü gerçekleştiricisi olmuşlardır.

Bu teşkilatı da tanımak için ansiklopedik bilgilere ve internet bilgilerine baktığımızda genel mahiyette şöyle bir bilgilendirmenin yapıldığını göre biliriz. Haşhaşinler veya Haşhaşin Tarikatı 1090 yılının Eylül ayında İsmailili din adamı Hasan Sabbah tarafından kurulmuş bir dini tarikat ve siyasi bir örgüttür. Tarikat 11.yy'da İsmaililik mezhebi esaslarına dayanan Fatımiler devleti içindeki dinsel bir hizipleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Bu hizipleşme sonucu ortaya çıkan iki koldan biri olan Nizarilik kolunun temsilcisi olan Haşhaşin Tarikatı önce İran sonra da Suriye'ye yayılmıştır. Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşin Tarikatı önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askeri strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli ve farklı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Haşhaşin Tarikatı ideolojik açıdan dönemin Sünni siyasi ve dini çevrelerini düşman olarak görmüşlerdir. Özel olarak da Abbasi Halifeliği ve onun koruyucusu olan Büyük Selçuklu Devleti esas düşmanları olmuşlardır. Bununla birlikte Haşhaşinlerin Haçlıları ve Moğolları hedef alan bazı saldırıları da olmuştur. "Haşhaşin" kelimesinin kökeni ve anlamı 19.yy'a kadar Batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. 19 Mayıs 1809 tarihinde Silvestre de Sacy'ninİnstute de France'da yayınladığı bildiride kelimenin etimolojisine getirdiği açıklama kabul görmüştür. Sacy'e göre Batı dillerinde "suikastçi, kiralık katil" gibi anlamlara gelen ve en erken Haçlı Seferleri kayıtlarında rastlanan "assasini, assissini, heyssisini" gibi kelimelerin kökeni Arapça'daki "haşhaş" kelimesidir. Bu kelimenin çoğulu ise "haşhaşiyün, haşhaşin" gibi kelimelerdir. "Haşhaş" kelimesi Arapça'da "ot" daha doğrusu "kuru ot" ve "hayvan yemi" anlamına gelir. Sonraları kelimenin anlamı uyuşturucu etkisiyle bilinen hint keneviri ile özdeşleştirilmiştir. Silvestre de Sacy, Haşhaşinlere bu adın haşhaş kullanma alışkanlıkları yüzünden verildiği kanısını benimsememekle beraber bu adın, Şeyhin fedailerine vaat ettiği cenneti tattırabilmek için onlara gizlice haşhaş içirmesiyle ilgili olabileceğini düşünmüştür. Bunu da özellikle Marco Polo'nun seyahatnamelerinde geçen Cennet Bahçeleri hikayesiyle temellendirmiştir. 1273 yılında İran'dan geçmiş olan Marco Polo'nun seyahatnamesindeki hikaye kısaca şöyledir:" Kendi dillerinde Şeyh'e Alaaddin deniyordu. Şeyh iki dağ arasındaki vadiyi kapatmış ve burayı sütten, baldan ve şaraptan akan sular, güzel huriler ve çeşitli meyve bahçeleriyle donatmıştı. Dağın Şeyhi müritlerinin gerçekten cennette olduklarını zannetmeleri için burayı Hz. Muhammed'in cennet tasvirine benzetmişti. Bizim yaşlı adam dediğimiz bu efendi fedailerine iksirinden içirerek onları dörderli, altışarlı gruplar halinde bahçeye taşıtıyordu. Gerçekten cennete gittiklerini zanneden müritlerini bir göreve göndereceği zaman Şeyh "Gidip şunu öldüresin. Meleklerim seni cennete götürecektir." diyordu. Şeyh'in cennetine geri dönebilme arzusuyla fedailerin göze almayacağı hiçbir tehlike yoktu." Ancak Orta Çağ İslam Tarihi konusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler, erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihi roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı Cennet Bahçeleri hikayesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir. Çünkü tarikatın faaliyet gösterdiği dönemde yaşamış olan hem İsmaili hem de Sünni tarihçilerin (Cüveyni, Reşidüddin) eserlerinde böyle bir söyleme rastlanmamaktadır. Devamı yarın…

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.