Gerçi bugün Ortadoğu’da IŞİD denilen terör örgütünün kurduğu İslami bir devlet teşekkülü kalmamış ama ne yazık ki Süleyman Şah Mezarı dediğimiz yahut Türk mezarı dediğimiz Lozan Antlaşması’nın yurtdışında yani Suriye topraklarında bize bıraktığı anavatan dışında Osmanlıdan kalan tek toprak parçası bir başka deyişle vatan parçası ne yazık ki elimizde değildir. Yanlış hatırlamıyorsam bu toprak bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin etki ve kontrol sahasında kalmaktadır. Tekrar önemle vurgulamak isterim ki Türk mezarı yani Süleyman Şah Mezarı dediğimiz toprak parçası Lozan Antlaşması’nın anavatan toprakları dışında bize kazandırdığı tek vatan parçasıdır.
Gerçi bazı kaynaklarda Romanya sahasında tuna nehri üzerindeki Adakale denilen toprağın da Lozan Antlaşması’nda bize bırakıldığını ve daha sonra tuna üzerine yapılan baraj nedeniyle bu toprağın sular altında kalması nedeniyle yapılan görüşmeler ve antlaşmalar neticesinde bizden çıktığını belirten anlatımlar mevcutsa da bu konuda genel geçer kaynaklarda fazla bilgi mevcut değildir. Bu konuda araştırmalara gerek vardır. Mümkün olduğunda bu konu tekrar dile getirilecektir.
Sonuç olarak Süleyman şah mezarı anavatan toprağımız bugün elimizden çıkmış ve başkalarının elinde bulunmaktadır. Buna karşılık bu toprak parçamızın Lozan’da belirlenen miktarı kadar bir toprak parçası Suriye sınırımızın bitişiğinde Suriye toprakları üzerinde işgal edilerek sözüm ona Süleyman şah mezarı buraya yapılarak güya Süleyman şah mezarı burası kabul edilip meselenin halledildiği düşünülmekte ancak bu sorun bu haliyle sözde halledilmiş olmaktadır. Oysa Süleyman Şah Mezarı denilen toprak daha öncede olması gereken yerden Fırat üzerine yapılan baraj nedeniyle sular altında kaldığından terk edilmiş askerimizin ve devletimizin IŞİD karşısında terk ederek sahipsiz bıraktığı vatan toprağına nakledilmiştir. Bizler varlığımızı borçlu olduğumuz Lozan’a güya bu şekilde sahip çıkmışızdır.
Hele Lozan antlaşmasının kaldırdığı kapitülasyonlar konusunda bence daha büyük ihmaller söz konusudur. Bir yandan Avrupa birliğine girme çalışmaları bir yandan da ikili antlaşmalar nedeniyle ülkemiz adeta kapitülasyonlar dönemi Osmanlı toplumunun yaşadıklarını yaşamaya başlamıştır düşüncesindeyim. Nasıl Osmanlının son döneminde Avrupalı sanayi üreticilerinin karşısında tutunamayan Osmanlı üreticileri bir bir yok olmuş, Ülke ithal mallarıyla dolmuşsa bugünün Türkiye’sinde de aynı durumu aşağı yukarı gözlemlemenin mümkün olduğu kanaatindeyim.
Üstelik Osmanlıda görülmeyen bir kapitülasyon uygulaması olarak değerlendirebileceğimiz ziraat ve hayvancılık konusunda da Avrupa birliği bahane edilerek Türk üreticilerine getirilen sınırlamaların bu sahada da yerli üreticiyi yok ettiğini görmekteyiz. Bu nedenle Avrupa birliği giriş şartları ve ikili antlaşmalar gereği ekonomik ve iktisadi sahada da Lozan şartlarını ve hükümlerini devre dışı bırakıldığını onlara da sahip çıkılmadığımızı söylememizin mümkün olacağı düşüncesindeyim. Eğer bütün bu ihlallere son dönem iktidarının mutlaka yapacağım dediği İstanbul ve Çanakkale boğazlarını yahut sadece İstanbul boğazını devre dışı bırakacak yapay bir boğaz açılması projesi gerçekleştirilirse bu yolla Lozan ve Lozan’ı tamamlayan Montrö antlaşması hükümleri de bir oranda da devre dışı bırakılırsa düşünceme göre ülkemiz açısından büyük felaketlerden biri gerçekleşecektir.
Çünkü açılacak bu yeni boğaz üzerinde hiçbir kısıtlama olmayacağından ABD Karadeniz’e büyük miktarda gemi yani donanma sokabileceğinden Karadeniz üzerindeki haklarımız zedeleneceği gibi Karadeniz’e kıyısı olan komşularımızla da büyük sorunlar yaşamak durumunda kalacağımız belki doğabilecek çatışmalar yaşama durumunda kalabileceğimizde düşünebilecek bir durumdur.
Bütün bu bilgilerden sonra şunu vurgulamak isterim ki 100. yıldönümünü yaşadığımız Lozan antlaşması hükümlerine devletçe, milletçe sahip çıkmalı bir başka deyişle yönetim ve halkı olarak sahip çıkmalı muhataplarımıza Lozan hükümlerini deldirtmememiz gerektiği gibi Lozan hükümlerini zedeleyebilecek sonuçlar yaratacak icraatlardan yönetim ve halk olarak kendimizde kaçınmalı uzak durmalıyız.
Şunu önemle vurgulamak isterim ki Lozan Antlaşması hükümlerine ters icraatları sade ülke dışındaki muhataplar veya mihraklar gerçekleştirmemekte bir yandan da ülke içindeki cumhuriyet düşmanları laiklik düşmanları, Osmanlıcılar, Yeni Osmanlıcılar, Hilafet ve Saltanatçılar, Şeriatçılar, Cemaatçiler hatta milletimizin bir alt kültür bölümü olmalarına rağmen başka millet oldukların iddia eden Kürtler ve bazı Kafkasyalı gruplar Lozan hükümlerine karşı çıkmakta Lozan Antlaşması’nı kendilerine hedef seçebilmektedirler. Devam edecek…