Şems’in, gerçek dost arayışını tam anlamıyla tatmine erdirmesi, ilâhî hakikatlerin idrak edilebilmesi için diğer şeyh ve dervişleri olduğu gibi Mevlânâ’yı da Hızır-Mûsâ kıssasını hatırlatır biçimde şeriat dışı bazı sorularla imtihan ettiği, mânevî istidadını ve yüksek irfanını keşfedince dostluğuna kabul ettiği rivayet edilir (Sipehsâlâr, s. 125; Eflâkî, II, 195-197). Şems-Mevlânâ dostluğunu Mûsâ-Hızır ilişkisine benzeten iki velînin bu dostlukla birbirlerinin mânalarını ve hakikatlerini izhar edecek mazharı ve makamı bulduklarını belirten Sultan Veled (İbtidânâme, s. 48-49), Şems-i Tebrîzî ile karşılaşıncaya kadar babasında ilim, zühd ve takvânın baskın olduğunu; Bahâeddin Veled’e, kendisine, mürşidi Seyyid Burhâneddin’e ve Çelebi Hüsâmeddin’e beslediği aşkın Şems ile kemale erdiğini; insân-ı ma‘şûk mertebesine ulaştığını ve bunu da semâ vasıtasıyla elde ettiğini söyler.
Daha önce kayınvâlidesi Kirâ Hatun’un (Büzürg) teşvikiyle ellerini çırpıp sallayarak semâ eden Mevlânâ, Şems’in öğretmesiyle artık çarh atarak semâ etmeye başlamıştır (Eflâkî, II, 199, 262). Ahmet Avni Konuk ve Midhat Bahârî’ye göre Şems-Mevlânâ münasebeti bir mürşid-mürid ilişkisi değildir. Mevlânâ’nın seyrüsülûkteki mürşidleri babası Bahâeddin Veled ve Seyyid Burhâneddin’dir; Şems ise onun sohbet şeyhidir.
Mevlânâ’nın Şems ile tanıştıktan sonra medresedeki derslerini bırakması, Şems’in isteğiyle babasının Maʿârif’ini, Mütenebbî’nin divanını okumayı ve okutmayı terketmesi, halktan uzaklaşıp bütün zamanını Şems’in sohbetine ayırması (a.g.e., II, 198-199) bazı nâkıs müridlerin şeyhlerini kendilerinden ayıran, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine ve Mevlânâ’nın vaazlarından mahrum kalan halk arasında çeşitli dedikoduların yayılmasına yol açmıştır (Sipehsâlâr, s. 126).
Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâme’sine göre (s. 389-394) Konya ulemâsı, Molla Hünkâr gibi büyük bir âlimin bir dervişin peşine düşüp medreseyi terketmesinden dolayı Şems hakkında Sultan I. Alâeddin Keykubad’a şikâyette bulunmuş, sultan, Mevlânâ’nın velâyetine müdahalede bulunmanın kendisine yakışmayacağını söyleyip şikâyeti geri çevirmiş, âlimler bunun üzerine Arabistan’a gitmek için Konya’dan ayrılmış, tekrar şehre dönmeleri Sadreddin Konevî ve Ahî Evran’ın teşebbüsleriyle gerçekleşmiştir.
Şems, Konya’daki bu sıkıntılı ortam yüzünden 643’te (1245-46) âniden şehri terketmiş ve Dımaşk’a gitmiştir. Devletşah ise Tebriz’e gittiğini, Mevlânâ’nın onu bulup Konya’ya geri getirdiğini kaydeder (Tezkire, II, 253). Mevlânâ’yı çok üzen ve inzivaya çekilmesine sebep olan bu olayın ardından müridlerin Mevlânâ’dan özür diledikleri kaydedilmektedir (Sipehsâlâr, s. 127). Şems’in bu ayrılığı sırasında Mevlânâ, matem tutanların giydiği “hindibârî” denilen kumaştan siyah bir ferecî giymiş, başına bal renginde yünden bir külâh geçirip üzerine şekerâvîz tarzında sarık sarmış ve öteden beri dört hâneli olan rebabı altı hâneli yaptırarak semâ meclislerini başlatmıştır.
Eflâkî, Şems’ten aldığı bir mektuptan Dımaşk’ta olduğunu öğrenen Mevlânâ’nın Şems’e Arapça-Farsça dört manzum mektup gönderdiğini (metinleri için bk. Âriflerin Menkıbeleri, II, 283-286), Şems’in Dımaşk’ta yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Konya’ya döndüğünü, Mevlânâ’nın evlâtlığı Kimyâ Hatun ile evlendiğini, eşinin ölümünden yedi gün sonra Şâban 644’te (Aralık 1246) ikinci defa kaybolup Dımaşk’a gittiğini söyler (a.g.e., II, 218, 270-271).
Eflâkî ve Sahih Ahmed Dede, Şems’in ikinci gidişinin ardından Mevlânâ yirmi kişilik bir heyetin başında Sultan Veled’i gönderdiğini belirtir (a.g.e., II, 270-271, 277-279; Mevlevîlerin Târihi, s. 166). Sipehsâlâr ve Sultan Veled’e göre ise Şems Dımaşk’a bir defa gitmiş, Mevlânâ onu geri getirmek için Sultan Veled’i bir heyetle Dımaşk’a göndermiş (Risâle, s. 127-129; İbtidânâme, s. 56-60), Sultan Veled, İbnü’l-Arabî’nin de ikamet ettiği Cebelisâlihiye’de onu bulmuş, beraberinde Konya’ya getirmiştir. Gölpınarlı Maḳālât’a dayanarak Şems’in önce Halep’e gittiğini, Sultan Veled’in Dımaşk’a geldiğini öğrenince buraya intikal ettiğini ileri sürer (Mevlânâ Celâleddin, s. 79-80).
Eflâkî’ye göre Şems’in melâmet tavrının gereği olarak Mevlânâ’yı bırakıp gidişi bir tür celâl tecellisidir. O zamana kadar Mevlânâ, Şems’te sadece cemâl tecellisini görmüş, Şems Konya’dan ayrılarak ona celâl tecellisini de göstermiş, bunu da Mevlânâ’nın kendisini tam anlamıyla müşahede etmesi için yapmıştır (Âriflerin Menkıbeleri, II, 218). Maḳālât’ta geçen (s. 73), “Mevlânâ tamamıyla lutuftur, Şemseddin’de ise hem lutuf hem kahır sıfatı vardır” sözü de bunu teyit eder.
Muhammed Ali Muvahhid’e göre Şems-Mevlânâ ilişkisinde üç aşama vardır: Mevlânâ, Şems ayrılmadan önce güneşten aldığı ışıkları yansıtan bir ayna gibi Şems mazharında gördüğü hakikatleri Dîvân-ı Şemsi’l-ḥaḳāyıḳ’ta aşk gazelleri şeklinde terennüm ederken ayrılış kemalinin artmasına ve mârifet mertebesine yükselmesine vesile olmuş, Şems’in gaybûbetinden sonra Mevlânâ kâmil bir ârif olarak Mes̱nevî’de sülûk ve mârifetullah bahislerini anlatmaya başlamıştır (Şems-i Tebrîzî, s. 145-151). Midhat Bahârî’ye göre Mevlânâ küçüklüğünde babası Bahâeddin Veled’in, gençliğinde Seyyid Burhâneddin’in terbiyesi altında yaşadığı aşk hallerini ve mârifet kesbini Şems ile daha yüksek bir mertebede yeniden tahsil etmiştir.
Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî mahlaslı Dîvân-ı Kebîr’inde onu “şemsü’l-hak ve’d-dîn, bahr-i rahmet, hurşîd-i lutf, hüsrev-i a‘zam, nûr-ı mutlak” gibi vasıflarla övmüştür.
Müridler ve halk tekrar dedikodu yapmaya başlayınca Şems, Sultan Veled’e ilim ve irfanda eşi benzeri olmayan Mevlânâ’dan kendisini ayırmayı istediklerini, bu defa ortadan kaybolduktan sonra kimsenin bir daha izini bulamayacağını söyler ve 8 Şâban 645 (8 Aralık 1247) tarihinde kayıplara karışır (İbtidânâme, s. 62, 64). Devam edecek…